Aziz, sıddık kardeşlerim!
"İhlas" ve mektubların suretlerinin hafiyeler tarafından alınması, sizi müteessir etmesin. Zâten o mektubları ve "İhlas" ve İhbar-ı Aleviye'yi onlara okutmak, Risale-i Nur hesabına ve fütuhatına lâzım idi. Hem bu hâdise zamanında İstanbul'da bolşevizm aleyhindeki nümayiş
hâdisesi, Risale-i Nur'a karşı perde altında hücum eden iki kuvvet birbirine vaziyet almağa başladığı cihetle, Risale-i Nur fütuhatına büyük bir vesiledir. Muvakkat bize karşı bazı ilişmeler olsa da, hiç ehemmiyeti yok. Çünki
sh: » (E: 91)
bolşevizmin, müslümanlar içinde anarşilik
mahiyetinde küfr-ü mutlak ve fikr-i tabiatla yerleştirilmesine mukabil, ancak ve ancak Risale-i Nur'un fevkalâde kuvvetli
hakikatları çıkabilmesinden, milliyetperver ve vatanperver ve siyasetçiler
ve dindarlar, Risale-i Nur'un arkasına girmeğe ve onunla barışmağa ve onunla siper almağa bir
yol açılıyor nazarıyla bakıyoruz.
Said Nursî
* * *
Afyon Emniyet Müdürlüğü'ne!
Zâtınızı tanımadan bir defa gördüğüm vakit insaflı ve adaletli gördüğümden herkesten evvel, alâkadar olduğum bir
hakikatı size beyan ediyorum. O hakikatı alâkadar makamata vazifeniz itibariyle bildirmeyi, size bırakıyorum. O hakikat da şudur:
Benim şimdiki vaziyetim, tarihte emsali yoktur. Herşeyden
tecrid-i mutlak içinde, herkesten hattâ câmideki cemaat adamlarından ve temastan memnu' olduğum halde; ihtiyarlık,
hastalık, yoksulluk içinde birden kalbime geldi ki: Madem ben de
bu vatanın bir evlâdıyım, bu vatanın saadetine hizmet etmek benim için farzdır. Maddî cihette elimden hiçbir şey
gelmiyor. Yalnız Kur'andan anladığım ve
kaleme aldığım Meyve Risalesi ile Hüccet-ül Baliga'yı yeni hurufla tab'etmek için bazı kardeşlerime izin verdim. O iki risaleyi iki seneye yakın alâkadar Ankara makamatı ve ehl-i vukufu, hem Denizli Mahkemesi tedkikten sonra
mûcib-i mes'uliyet hiçbir şey bulamayarak bize resmen teslim ettiler. Hem cevab gönderdim ki; sansüre ve büyük muharrirlere göstersinler,
sonra tab'etsinler. Hem tab'dan sonra resmen hükûmetin oniki makamatına vermek bir usûldür. Sonra da İhlas
Risalesi ile İktisad Risalesi'ni de o iki risalenin âhirine ilhak edip
yeni hurufla tab'edilsin. Kat'iyen size beyan ediyorum ki benim maksadım, bunun tab'ında, bu mübarek milleti ve vatanı manevî ve maddî anarşilikten muhafaza etmek ve asayiş ve inzibata manevî yardım etmek ve anarşiliği uyandıran haricî bir cereyanın
istilâsına manevî sed çekmek ve âlem-i İslâm'ın bize karşı itiraz ve ittihamını izaleye ve eski muhabbet ve uhuvvetini celbetmeye çalışmaktır. Fakat maatteessüf ben dünya ile alâkadar olmadığımdan ve ehl-i idare ile de görüşmediğimden ve dünya halini bilmediğimden ve kanunsuz ilişmek belasına maruz kaldığımdan,
eskiden beri perde altında bana husumet eden bazı
insanlar, fırsat bulup zabıtayı, ya adliyeyi evhamlandırıyorlar.
sh: » (E: 92)
Ezcümle:
Acib bir tesadüfle işittim ki; dört risalem ile bu iki sene zarfında yazdığım mektubların suretini taharri memurları şimendiferde
tutmuşlar. O risalelerin ikisi, "İhlas"tır. Gerçi bir derece mahremdir, fakat mahkeme, hem Ankara
ehl-i vukufu tedkikten sonra zararsız görmüşler ki, bize iade ettiler.
Hem
sansüre ve büyük muharrirlere göstermek için İstanbul'a
gönderilmiş "İktisad" ise, bu zamanda herkese lâzımdır. Onsekizinci Lem'a olan Keramet-i Aleviye ise, yanlışlıkla onlara, beraber gönderilmiş. Değil o risaleyi tab'etmek, belki en mahrem kardeşlerime de ancak okumasına izin veriyorum. Hem o, dünyaya bakmıyor. Hem ehl-i vukuf ve mahkeme, tedkik etmiş, bize
iade etmişler.
Hem, on
sene evvel Eskişehir Hapishanesi'nde çok sıkıntılı bir zamanımda ve teselliye çok muhtaç olduğum bir zamanda bir müjde-i manevî kalbime geldi, ben de kaleme aldım. Amma benim bu iki sene, belki dört-beş senede yazdığım mektubların suretleri, değil o
risaleler ile beraber tab' ve neşretmek; belki mahrem bir-iki dostumun arzusu ile okunmasını merak edip beraber gönderilmiş. Bu mektubları kendim yazdığımın sebebi, benim yüzümden hapiste sıkıntı çekenlere bir teselli, bir musahabe ve bu vatan ve
millete dünya ve âhiretlerine yirmi seneden beri büyük menfaatı görülen Risale-i Nur hakkında bir
müdavele-i efkâr etmek içindir. Hem zâtınıza, hem Ankara makamatına yazdığım bazı hasbihaller, belki içinde bulunmuş. İşte bu mahiyetteki risaleler ve mektublar, taharri
memurları tarafından alınmış; belki size de gelmiş veya
gelecek ihtimaliyle size bu hakikatı beyan
ediyorum. Benim şimdi pek ağır beş-altı cihetteki sıkıntılarıma evham yüzünden kanunsuz bana iliştirmeğe meydan vermemenizi, sizin vazifeperverliğinizden ve ciddiyetinizden ümid ediyorum.
* * *
(İstanbul'da hâdiseyi gören Risale-i Nur talebelerinin mektubundan bir parçadır.)
Aziz
kardeşlerimiz!
"Lehülhamdü
velminne" dün, Nur'un manevî bir fütuhatı, bütün
azamet ve dehşetiyle İstanbul'da görüldü.
Küfr-ü mutlakı dünyaya, hususan âlem-i İslâm'a
yerleştirmek isteyen bir cem'iyet ve onun naşir-i efkârı ve mürevvic-i âmâli olan bir-iki gazete matbaası ve kütübhanesi darmadağın edilerek; dinsiz yaptık,
komünist yaptık zannedilen gençlik ve mekteblilerin ağzıyla ve harekâtıyla ve
fiilleriyle protesto edildi. "Kahrolsun komünistlik"
sh: » (E: 93)
diye beddualar edildi. Bu cem'iyetin binler lira maddî,
milyonlar lira da manevî zararı oldu. Ve üzülen bizlere, kalbimiz ve ruhumuzla çok
alâkadar bir şahs-ı manevî:
Ey
Nurcular! Şimdi maddî imkân hasıl olmuyor diye üzülmeyiniz. Nur'un fütuhatı geniş bir sahada devam ediyor. Küllî bir muvaffakıyet hasıl oluyor. Vesaire vesaire diye bağırdı. هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Size,
manidar ve acib ve Risale-i Nur'un talebeleriyle ve Risale-i Nur'a ve Âyet-ül Kübra'nın kerametiyle ve ehl-i dünyanın ilişmek niyetleriyle alâkadar, karşımda eskiden belediye bulunan hükûmet dairelerinden birisi, hiçbir şey kurtulmayarak, hiç görmediğimiz acib bir parlamakla gecenin en soğuk bir vaktinde üç saat Cehennem gibi yandığı halde;
tam bitişiğinde, Risale-i Nur'un Çalışkanlarından bir talebesi, yine iki kardeşinin, masum Ceylân'ın sermayelerinin kısm-ı azamı bulunan büyük mağazaları, o yangın yeri ile iki küçük dükkân fasıla ile o dehşetli yangın bütün şiddetiyle mağazaya doğru gelirken bîçare Ceylân yanıma geldi, dedi: "Biz yanıyoruz, mahvolduk." Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan Âyet-ül
Kübra'nın bir kısım matbu' nüshalarını yanıma getirmek için söyledim,
fakat getirmedi. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. Ben de Risale-i Nur'u ve Âyet-ül Kübra'yı şefaatçı yapıp: "Ya Rabbi kurtar" dedim. Üç saat o dehşetli yangın hücumunda bütün o büyük daireyi mahvetti. Altında ve bitişiğindeki dükkânları bütün
yaktı, yıktırdı. Risale-i Nur'un ve Âyet-ül
Kübra'nın hıfzında olan mağazaya kat'iyen ilişmedi ve
altındaki şakirdin dükkânı da
müstesna olarak sağlam kaldı. Yalnız ahali camlarını kırdılar. Eğer ahali ilişmeseydi,
eşyalarını almasaydılar, hiçbir zarar olmayacaktı.
İşte Isparta halıcıhanesinin yangını ile, Risale-i Nur'un derslerine köşklerini
tahsis eden zâtların o dehşetli yangınla bitişik iki kardeşinin iki
hanesinin kurtulması Risale-i Nur'un bir kerameti olduğu gibi; Kastamonu'da aynen bu Emirdağı yangını gibi, orada karşımdaki
dehşetli bir yangının ittisalindeki Risale-i Nur şakirdlerinden Hâfız
Ahmed'in evi hârika bir surette kurtulması ve hemşiresinin üçüncü kat yangın içinde hârika bir tarzda, hem elmas ve altun mücevheratını, hem canını Risale-i Nur'un berekâtıyla
kurtarması misillü; burada da bu yangın da,
Risale-i Nur'un
sh: » (E: 94)
çalışkan talebelerinden ve Çalışkan Hanedanından üç kardeşi olarak
dört zâtın o dehşetli yangından kurtulması,
Risale-i Nur'un ve Âyet-ül Kübra'nın bir
kerameti olduğuna hem benim, hem onların, hem
sair kardeşlerimizin kat'î kanaatımız geldi. Burada eksik olmayan az bir rüzgâr esseydi, o çarşı dükkânlarının ekserisini yandırabilirdi.
Hattâ Âyet-ül Kübra mağazasından on-onbeş dükkân tâ uzakta eşyalarını çıkarıp kaçırdılar.
Bazı emarelerle, Sandıklı'da, hem Afyon, Kütahya ortasında, Risale-i Nur'a ve yeni mektublarımı elde etmeleriyle bana karşı bir ilişmek emareleri göründü. O
iki hâdisede, İstanbul hâdiseleriyle tokat yediler. Bu defa,
niyetlerinde bana ilişmek cezası olarak bu tokat geldi, inşâallah o
niyetten onları vazgeçirdi ve korkutup susturdu.
Kardeşlerim! Sizin zekâvetiniz ve tedbiriniz, benim tesanüdünüz hakkında nasihatıma ihtiyaç bırakmıyor. Fakat bu âhirde hissettim ki, Risale-i Nur şakirdlerinin tesanüdlerine zarar vermek için birbirinin hakkında sû'-i zan verdiriyorlar, tâ birbirini ittiham etsin. Belki filan talebe
bize casusluk ediyor, der; tâ bir inşikak düşsün. Dikkat ediniz; gözünüzle görseniz dahi perdeyi yırtmayınız. Fenalığa karşı iyilikle mukabele ediniz. Fakat çok ihtiyat ediniz, sır vermeyiniz. Zâten sırrımız yok, fakat vehhamlar çoktur. Eğer tahakkuk etse, bir talebe onlara hafiyelik ediyor; ıslahına çalışınız, perdeyi yırtmayınız. Sizin, hususan Isparta medresesindeki tesanüdünüz; hem
Risale-i Nur'u, hem şakirdlerini, hem bu memleketin yüzünü ak etmiş. Ve her tarafta Risale-i Nur'a çalıştıran ehemmiyetli bir sebeb, tesanüdünüzdür ve şevk ve
gayretinizdir. Cenab-ı Hak sizleri bu hizmet-i imaniyede daim ve muvaffak
eylesin, âmîn âmîn.
Umum
kardeşlerime taife taife, birer birer selâm ve dua; ve dualarını rica ediyoruz.
Said Nursî
Yangın hakkında Üstadımızın yazdığı hakikata kat'î kanaatımız geldi, gözümüzle gördük.
Osman, Mehmed, Hasan, Ceylân ve yardım eden İbrahim
* * *
Aziz
kardeşim!
Senin
mektublarını iyi gördüm. Fakat şimdiki
gazeteciler ve baştakiler, hakikatları tam
takdir edemiyorlar. Hem Risale-i Nur
sh: » (E: 95)
yalvarmaz, onlar yalvarmalı ve
aramalı; ve kıymetini takdir edip müşteri
olduktan sonra onların yardımını kabul eder.
Hem şimdi nazar-ı dikkati Risale-i Nur şakirdlerine
celbetmemek münasibdir diye düşünüyorum. Fakat yedi sene harb-i umumîye bakmayan ve
yirmibeş sene gazeteleri okumayan, dinlemeyen bu kardeşinizin fikri, bu mes'elede sorulmaz. Asıl fikir
sahibi, sizler ve Risale-i Nur'un has şakirdleri
ve müdakkik naşirleri meşveretle, hususan Ispartadakiler ile, maslahat ne ise
yaparsınız. Senin bu güzel mektubunu Lâhika'ya yazdık.
Risale-i
Nur'un Lâhika Risalesi'nde Feyzi ile Emin ehemmiyetli mevki kazanmışlar; acaba ne haldedirler? O ehemmiyetli mevkie muvafık vaziyete muvaffak oluyorlar mı?
Kederleri yok mu? Hem hapishanede hakikaten merdane ve fedakârane istirahatıma çalışan ve on sene şahsıma hizmet kadar beni minnetdar eden Taşköprü'lü Sadık ve Hilmi ve İhsan ne
haldedirler? Ve o civarda, hususan İnebolu'daki
kardeşlerimi unutamıyorum;
beni merak etmesinler. Risale-i Nur'un -bazı arasıra- bazı yerlerde tevakkufuna mukabil, pek tesirli ve ehemmiyetli
bir tarzda perde altında fütuhatı var. Telaş etmesinler; ihtiyat ile beraber sebat, metanet ve yazıda devam etsinler.
Umuma
binler selâm ve dua ediyoruz.
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ:
Sizleri, birinci vazife-i Nuriyeyi, Asâ-yı Musa'ya
ait hizmete başlamanızı tebrik ve Isparta'nızı diyanette ve âdâb-ı İslâmiyede geri değil,
ileri gitmesini ruh u canımızla tahsin ve tebrik ediyoruz.
Sâniyen:
Denizli'nin Hüsrev'i Hasan Feyzi'nin Risale-i Nur hakkında ve Risale-i Nur'un aslı ve esası ve madeni olan hakikat-ı
Kur'aniye ve sırr-ı iman ve nur-u Ahmedî tarifinde yazdığı manzum fıkrası, içinde tam bir samimiyet ve metin bir kanaat-ı imaniye bulunduğundan; hem her şeyi
çabuk kabul etmeyen ve delilsiz teslim olmayan âlim, hususan muallim olduğu halde Risale-i Nur'un hakkaniyetini hem kendi namına, hem etrafındaki rüfekasının şahs-ı manevîsi hesabına bir
derece fevkalâde, hâlisane tarif etmesinden Sikke-i Tasdik-i Gaybî âhirinde,
Lâhika'dan alınan parçaların
sonunda yazılmasını, hem ayrıca
sh: » (E: 96)
Lâhika'da da kaydedilmesini ve Halil İbrahim'in de son Risale-i Nur hakkındaki
tavsifnamesini dahi bunun gibi Sikke-i Tasdik-i Gaybî'nin arkasında yazılmasını münasib gördük ve burada da öyle yaptık. Çünki bu kadar kuvvetli ve samimî bir kanaat, Sikke-i
Gaybî'deki îmalar nev'inde hakkaniyetine bir îma, bir emare olabilir.
Sâlisen:
Hasan Feyzi'nin mektubunda bahsettiği bütün
oradaki kardeşlerimize pek çok selâm, tebrik ediyoruz. Hapishaneleri
bir dershane-i Nuriye olduğu gibi, inşâallah Denizli Vilayeti de bir nevi Medreset-üz Zehra
hükmüne geçecek. Ve çokların yüzünü ak eden ve Nur'u zulümlerden kurtarmağa çalışan ve Nur'un şakirdlerinin
her birisine ona hediye edilen risalelerden ziyade hediye vermiş hükmünde manen bizlere hediyesi var. Bu Nur'un tebriki, umum ona minnetdar
olanların hatıralarıdır. Yüzer misli mukabili alınmış bir hatıra-i adalettir.
Râbian: İşaret-i gaybiye ile, altmışdörtte Risale-i Nur te'lifçe tamam olur diye haber-i
gaybiyeyi iki hal tasdik ediyor:
Birincisi:
Çok mühim noktalar hatıra geldiği halde, risaleyi te'lif cihetine sevkedilmiyor.
İkincisi: Risale-i Nur'un hıfz ve neşrine ve sahabet ve himayetine çalışmak için hayat isterdim. Fakat hadsiz şükür
olsun ki, bir bîçare ihtiyar Said yerinde çok genç Said'ler o vazifeyi yapıyorlar. Hususan Hüsrev'ler, Feyzi'ler, Ahmed'ler, Mehmed'ler, biraderzadem
gibi çok Abdurrahman'lar ve hakeza Hâfız Ali'yi
kabrinde mesrur, müferrah ettikleri gibi, inşâallah
kabrimde de öyle mesrur edecekler.
Umum
kardeşlerime, masumlara, ümmiler, hemşireler gibi her taifenin herbirisine birer birer selâm ve dua ediyoruz. Çalışkanların da Risale-i Nur'un bereketiyle o yangından ziyanları yoktur, sizlere arz-ı hürmet
ve selâm edip ellerinizden öperler.
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Birkaç
aydan beri aleyhime çevrilen desiseleri meydana çıktı. Hıfz-ı İlahî ile o musibet, yirmiden bire indi.
Hâlî
zamanda câmiye gidiyordum. Haberim olmadan, talebeler beni üşütmemek için, mahfelde bir kulübecik yapmıştılar. Ben de
sh: » (E: 97)
dört-beş gündür kendi kendime karar verdim, daha gitmeyeceğim. O malûm zabit adam vasıta olup kulübeciği kaldırdılar. Bana da resmen tebliğ ettiler
ki: "Daha câmiye gitmeyeceksin." Fakat manasız habbeyi kubbe yapıp bir heyecan verdiler. Hiç ehemmiyeti yok, hiç de merak
etmeyiniz. Tahminimce, her tarafta haddimden pek fazla teveccüh-ü ammeyi kırmak için, bana böyle bazı bahanelerle ihanet ediyorlar. Eski zamanımı düşünüp güya tahammül etmeyeceğim.
Halbuki -Risale-i Nur'un selâmet ve intişarına halel gelmemek şartıyla- her gün bin ihanet ve tazibler de gelse, Allah'a şükrederim. Ben ehemmiyet vermediğim gibi,
buradaki talebeler de hiç sarsılmıyorlar. Çoktan beri beklediğimiz bu hâdise
de, inayet-i İlahiye ile hafif geçti.
Umum
kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz.
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Nur-u
Muhammedîye ve sahabeye bakan dört sahife çok güzeldir. Âhirinde,
Risale-i Nur'a ve dolayısıyla bize bakan kısımlar Hasan Feyzi'nin hüsn-ü zannı pek
fazla gitmiş. Gerçi o âhir-i kasidesinde Risale-i Nur'un hakikatını ve şahs-ı manevîsini murad etmiş. Yine
ta'dile muhtaç gördüm. Bazı kelimeleri ilâve ve birkaçını tebdil ettiğim halde, yine ondan benim hisseme düşen, bin derece haddimden ziyadedir diye titredim. Fakat madem şakirdleri şevke ve gayrete getiriyor, size havale ediyorum. Siz, hem
bu zamandaki vehhamlıları, hem mesleğimizin muktezası olan
mahviyet ve ihlas ve terk-i enaniyet noktalarını nazara alınız; münasib gördüğünüz kelimeleri ta'dil ediniz. Bu fütur zamanında
ehemmiyetli bir kamçı-yı teşviktir, arkadaşlara gönderebilirsiniz.
Hem o kıymetli kardeşimiz, merhum Hâfız
Ali'nin (R.H.) vârisi ve halefi yerinde Risale-i Nur'a fevkalâde irtibat ve
sadakatla bağlıdır. Benim ta'dilimden gücenmesin.
Gayet
samimî bir kanaatla ve kuvvetli bir itimad ile ve derin bir ilimle ve parlak
bir iman ile Risale-i Nur'un mahiyetini iki defadır tarif
eden Risale-i Nur'un has şakirdlerinden ve ehemmiyetli eski muallimlerinden Hasan
Feyzi'nin Sikke-i Tasdik-i Gaybî'den aldığı bir
ilham ile Risale-i Nur hakkında ve o nurun menbaı ve esası olan Nur-u Muhammedî (A.S.M.) ve hakikat-ı Kur'an
ve sırr-ı iman tarifinde bu kasideyi yazmıştır.
sh: » (E: 98)
بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُا نُورَ اللّهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّهُ مُتِمُّ
نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
Ahmed
yaratılmış o büyük Nur-u Ehad'den
Her zerrede nurdur, o
ezelden hem ebedden
Bir nur ki odur hem yüce hem
lâyetenahî
Ol
Fahr-i Cihan Hazret-i Mahbub-u İlahî
Parlattı cihanı bu güzel Nur-u Muhammed (A.S.M.)
Halkolmasa,
olmaz idi bir zerre ve bir ferd
Ol
nuru ânın, her yeri her zerreyi sarmış
Baştan başa her dem bu kesif zulmeti yarmış
Bir nur ki odur sade
ve hem lâyetezelzel
Âri ve berî cümleden üstün ve
mükemmel
Bir nur ki bütün zerrede ancak o
nümâyân
Bir nur ki verir kalblere hem aşk ile iman
Bir nur ki eğer olmasa ol nur hele
bir an
Baştan başa zulmette kalır hem de bu ekvan
Bir nur ki değil öyle muhat, hem dahi
mahsur
Bir nur ki eder kalbi de pürnur, çeşmi de pürnur
Bir lem'adır andan, şu büyük şems ve kamerler
Hep işte o nurdan bu acaib koca
âlem
Halk oldu o nurdan yine Cennet'le
Cehennem
Şekk yok ki o nurdur okunan Hazret-i
Kur'an
Ol nur-u ezel hem sebeb-i hilkat-ı insan
Her şeye odur mebde' ve asıl ve esas hem
Ondan
görünür nev'-i beşer böyle mükerrem
sh: » (E: 99)
Bir
zerre değil, bahr-i muhit o bahr-i münirden
Hem nasıl beşer hiç kalıyor hepsi de birden
Şekk yok
ki cihan, katre-i nurundan o nurun
Şekk yok
ki bu can, zerre-i nurundan o nurun
Sönsün diye üflense, o derya gibi kaynar
Söndürmeğe hem kimde aceb zerre mecal var
Söndürmeğe kalkmıştı asırlar dolu küffar
Kahreyledi
her hepsini ol Hazret-i Kahhar
Hep sönmüş asırlar, yanıyor sönmeden ol
Tarihe sorun, kimdir
o nur, hem kim imiş
menfur
Alnında yanan Nur-u Muhammed'di
Halil'in
Yetmezdi
gücü, bakmağa her çeşm-i alilin
Görseydi Resul'ün o güzel nurunu, Nemrud
Yakmazdı o dem, nârını ol
kâfir-i matrud
Bir
sivrisinek öldürüyor o şah-ı cihanı (!)
Atmıştı Halil'i ateşe çünki o cani
Bir
perde açıp söyledi
Hak gizli kelâmdan
Ol
ateşe bahseyledi hem berd ü selâmdan
"Dostum
ve Resulüm yüce İbrahim'i ey nâr
At
âdetini, yakma bugün, sen onu zinhar!"
Bir
gizli hitab geldi de ol dem yine Hak'tan
Bir
abd-i mükerrem dahi kurtuldu bıçaktan
Ol
nurdan için Yunus'u hıfzeyledi ol hut
Ol
nur ile kahreyledi hem kavmini ol Lut
sh: » (E: 100)
Ol
hüsn-ü cemal, eyledi âlemleri hayran
Nerden
onu bulmuş, acaba Yusuf-u Ken'an
Hikmet
nedir, ol derdlere sabreyledi Eyyub
Hem sırrı nedir, Yusuf için ağladı Ya'kub
Öldükçe dirildikçe neden duymadı bir
his
Ol
namlı nebi, şanlı şehid
Hazret-i Cercis
Hasretle
neden ağladılar Âdem ve Havva
Kimdendi bu yıllarca süren koskoca dava
Hem âh,
neden terkedilip Ravza-i Cennet
Bir dâr-ı karar oldu neden âlem-i mihnet
Nur şehri olan Tur'da o dem Hazret-i Musa
Esrar-ı kelâm hep çözülüp buldu tecella
Bir
parça Zebur'dan okusa Hazret-i Davud
Başlardı hemen sanki büyük mahşer-i
mev'ud
Bilmem
ki neden, yel ve sular hep onu dinler
Bilmem
ki neden, hep işiten âh! diye inler
Mahluku
bütün kendine râmetti Süleyman
Nerdendi
bu kuvvet, ona kimdendi bu ferman
Yellerle
uçan şanlı büyük taht-ı
mukaddes
Esrar-ı ezelden o da duymuş yine bir ses
Ol hangi acib sır ki, çıkar göklere İsa
Kimdir çekilen çarmıha, kimdir yine Yuda
Nur derdi için tahtını terkeyledi Edhem
Bir başkasının tahtı olur derdine merhem
sh:
» (E: 101)
Çok şahs-ı veli, nur ile hem
etti kanaat
Çok şahs-ı denî, nur ile hem
buldu keramet
Her
hepsi de pervanesi, üftadesi nurun
Her
hepsi muamma, gücü yetmez bu şuurun
Fillerle
varıp Kâbe'ye hem Ebrehe zalim
İsterdi ki yapsın nice bin türlü mezalim
İsterdi ki o beyt yıkılıp şöhreti sönsün
Halk
Kâbe'yi terkederek kiliseye dönsün
İsterdi ki çeksin doğacak nura bir sed
Hem doğmadan ölsün diye Mahbub-u Müebbed
Günlerce
gidip Kâbe'ye hem yaklaşan ordu
Birdenbire
bir tehlike sezmiş gibi durdu
Sür'atle
gelip bir sürü kuş, semt-i bahirden
Taş harbine başlar pek acib hepsi birden
İndikçe havadan o muamma gibi taşlar
Cansız yıkılıp yerlere yatmış nice başlar
Şahıyla beraber kocaman orduyu Mevlâ
Olsun
diye Mahbub'a nişan, eyledi mevta
Hem kavm-i Kureyş, söndürelim derken o
nuru
Erkek ve kadın, cümlesinin kaçtı huzuru
Müşrik ve muvahhid, iki fırka olup urban
Yıllarca dökülmüş yine üstüne bir kan
Şakk etti Kamer, Fahr-i Beşer, ol yüce Server
Her
yerde ve her anda onun nuru muzaffer
sh: »
(E: 102)
Kur'andı kali, nurdu yolu, ümmeti mutlu
Ümmet olanın kalbi bütün nur ile doldu
Çekmezdi keder, ol sözü cevher, özü kevser
Ol Sure-i Kevser, dedi a'dasına "ebter!"
Ol
Şems-i Ezel'den kaçınan ol kuru başlar
Gayya-i
Cehennem'de bütün yakmış ateşler
Bitmişti nefes, çıkmadı ses, bıktı da herkes
Ol nura
varıp baş eğerek hem dediler pes
İdraki olan kafile ayrıldı Kureyş'ten
Feyz
almak için doğmuş olan şanlı güneşten
Ol
kevser-i Ahmed'den içip herbiri tas tas
Olmuştu o gün sanki mücella birer elmas
Ol başlara taç, derde ilâç, mürşid-i âlem
Eylerdi
nazar bunlara nuruyla demadem
Bunlardı o a'dayı boğan bir alay arslan
Hak uğruna, nur uğruna olmuş çoğu kurban
Bunlardan
o gün ehl-i nifak cümle kaçardı
Müşrik ise, ol aklı anın kalmaz uçardı
Bunlardı o Peygamberin ashabı ve âli
Dünyada
ve ukbada da hem şanları âlî
Tavsif
ediyor bunları hep şöylece Kur'an:
Sulh vakti
koyun, kavgada kükrek birer arslan
Hep
yüzleri pâk, sözleri hak, yolları haktı
Merkebleri
yeller gibi Düldül'dü, Burak'tı
sh: » (E: 103)
Bir
cezbe-i "Yâ Hayy!" ile seller gibi aktı
A'daya
varıp herbiri şimşek gibi çaktı
Bunlardı o gün halka-i tevhidi kuranlar
Bunlardı o gün baltalayıp küfrü kıranlar
Bunlardı mübarek yüce cem'iyet-i şûra
Bunlardı o nurdan dizilen halka-i kübra
Bunlardı alan Suriye, Irak, ülke-i Kisra
Bunlarla
ziyadar o karanlık koca sahra
Bunlardı veren hasta, alîl gözlere bir fer
Bunlardı o tarihe geçen şanlı gazanfer
Her
hepsi de bir zerre-i nuru o Habib'in
Her an görünür gözlere ondan nice
yüzbin
Nur altına girmiş bulunan türlü cemaat
Hem buldu beka, hem de bütün gördü adalet
Ecdad-ı izamın o büyük ruhları küskün
Zira ne küfürler okunur onlara her
gün
Yağmıştı o gün âh ne kederler, ne elemler
Âciz onu hep yazmağa, eller ve kalemler
Binlerce yetimin yıkılan
kalbini sen yap
Afvet
yeter artık, o Habib aşkına ya Rab!..
Derken
yeter artık, bizi afvet güzel Allah
Sarsıldı cihan, öldü de bir gümgüme nâgâh
Buz
parçası halinde bulut, bir yere düşmüş
Erkek
ve kadın hepsi de ol semte üşüşmüş
sh:
» (E: 104)
Derhal açılıp gökyüzü hem parladı
ol nurdan gelen Risale-in Nur
Hallak-ı Rahîm eyledi
mahlukunu mesrur
Zulmet dağılıp başladı bir yepyeni gündüz
Bir neş'e duyup sustu biraz ağlayan o göz
Bir dem bile düşmezken onun âhı dilinden
Kurtuldu, yazık dertli beşer derdin elinden
Ol taze güneş, ülkeye serptikçe ışıklar
Hep şâd olacak, şevk bulacak kalbi kırıklar
Her kalbe sürur, her göze nur doldu bu
günden
Bir müjde verir sanki o bir şanlı düğünden
Arzeyleyelim ol yüce Allah'a şükürler
Kalkar bu kahr u cehl ü dalal, şirk ü küfürler
Ol nur-u Hüda saldı ziya, kalbe safa hem
Gösterdi beka, göçtü fena, buldu vefa
hem
Çıkmıştı şakî, geldi nakî gördü adavet
Eylerdi nefiy, oldu hafî nur-u
hidayet
Fışkırdı Risale-i Nur,
ufuktan nur-u Risalet
Ol nur-u Risalet verecek emn ü
adalet
Allah'a şükür, kalkmada hep
cümle karanlık
Allah'a şükür, dolmada hep
kalbe ferahlık
Allah'a şükür, işte bugün perde açıldı
Âlemlere artık yine bir neş'e saçıldı
Artık bu sönük canlara can
üfledi canan
Artık bu gönül derdine ol eyledi
derman
Bir fasl-ı bahar başladı illerde bu günden
Bir sohbet-i gül başladı dillerde bu günden
sh: » (E: 105)
Benden
bana ben gitmek için Risale-i Nur diye koştum
Nur derdine düştüm de denizler gibi
coştum
Bir zerrecik olsun bulayım der de ararken
Düştüm yine derya gibi bir nura
bugün ben
Verdim ona ben gönlümü baştan başa artık
Maşukum odur şimdi benim, ben ona âşık
Ol nur-u ezel hem kararan kalblere
lâyık
Ol nurdan alır feyzini hem cümle
halâyık
Kahreyledi
ol zulmeti Risale-i Nur'a akanlar
Nur kahrına uğrar, ona hasmane bakanlar
Küfrün
bütün alayı hücum etse de ey nur
Etmez
seni dûr, kendi olur belki de makhur
Sensin yine hazır, yine sensin bize
nâzır
Ey nur-u Rahîm, ey ebedî bir cilve-i
kudret-i Fâtır
Bir neş'e duyurdun imanla sırr-ı ezelden
Bir müjde getirdin bize ol namlı güzelden
Madem ki içirdin bize ol âb-ı hayattan
Bir zerre kadar kalmadı havf şimdi memattan
Hasret yaşadık nuruna yıllarca bütün biz
Masum ve alîl, türlü bela çekti
sebebsiz
Yıllarca akan, kan dolu gözyaşları dinsin
Zalim yere batsın, o zulüm bir yere
sinsin
Yıllarca, asırlarca bu nurun yine
yansın
Öksüz ve yetim, dul ve alîl
hepsi de kansın
sh:
» (E: 106)
Ey nur gülü, nur çehreni öpsem dudağından
Kalb bahçesinin kalbine diksem budağından
Her dem kokarak hem o güzel rayihasından
Çıksam
yine ben âlem-i fâni tasasından
Nur güllerin açsın, yine miskler gibi
tütsün
Sinemde bu can bülbülü tevhid ile ötsün
Sensin bize bir neş'e veren ol gül-ü
hâlis
Sensin bize hem cümleden a'lâ, dahi
muhlis
Ey Nur-u Risalet'ten gelen bir
bürhan-ı
Kur'an
Ey sırr-ı Furkan'dan çıkan hüccet-i iman
Sendin bize matlub, yine sendin bize
mev'ud
Sayende bugün herkes olur zinde ve
mes'ud
Her an seni bekler ve sayıklardı bu dünya
Hak
kendini gösterdi, bugün bitti o rü'ya
Bin
üçyüz senedir toprağa dönmüş nice milyar
Mü'min
ve muvahhid seni gözlerdi hep ey yâr
Her
hepsi de senden yana söylerdi kelâmı
Her hepsi de her an sana eylerdi selâmı
Nur
çehreni açsan, atarak perdeyi yüzden
Söyler bana ruhum yine مَا ازْدَدْتُ يَقِينًا
Vallah, ezelden bunu
ben eyledim ezber
Risale-in
Nur'dur vallah o son müceddid-i ekber
Yüzlerce sened, hem nice yüzlerce işaret
Eyler
bu mukaddes koca davaya şehadet
En başta gelen şahid-i adl Hazret-i Kur'an
Göstermiş ayânen otuzüç yerde o bürhan
يَامُدْرِكًا nin kalbine gömmüş
Esedullah
Çok sır ki, bilenler oluyor hep sana
âgâh
sh: » (E: 107)
كُنْ
قَادِرِىَّ الْوَقْتِ demiş ol pîr-i muazzam
Binlerce
veli hem yine yapmış buna bin zam
Mu'cizdir
o söz, haktır o öz, görmedi her göz
Artık bu muammaları gel sen bize bir çöz
Altıncı Söz'ün
aldı bütün fiil ü sıfâtı
Verdim
de arındım ona hem zât u hayatı
Müflis
ve fakir bekliyordum şimdi kapında
Tevhide eriştir beni, gel varını sun da
Ben ben
diye, yazdımsa da sensin yine ol ben
Hiçten ne çıkar, hem bana benlik
yine senden
Afvet beni ey afvı büyük, lütfu büyük
Risale-in Nur
Bir dem bile hem eyleme senden beni
ya Rabbena mehcur
Nur aşkına, Hak aşkına, dost aşkına ey nur
Nurunla ve sırrınla bugün kıl bizi mesrur
Ey Nur-u Ezel'den gelen Nur-u
Muhammed (A.S.M.)
Ey sırr-ı imandan gelen nur-u
müebbed
Binlerce yetimin duyulan âhını bir kes
Sarsar o büyük arşı da vallah bu çıkan ses
Vallah cemilsin, yeter artık bu celalin
Göster bize ey Nur-u Muhammed,
bir kerre cemalin
Dergâhını aç, et bize ihsan,
yine ey nur-u Risalet
Biz dertli kuluz, kıl bize derman, yine
ey nur-u hakikat
Emmare olan nefsimizin emrine uyduk
Ver bizlere sen nur ile îkan, yine
ey Nur-u Kur'an
Hırs ateşi sönsün de gönül gülşene dönsün
Saç nurunu, hem feyzini her an, yine
ey nur-u iman
Sen nur-u Bedi', Nur-u Rahîm'sin
bize lütfet
Hep isteğimiz aşk ile iman, yine ey
Nur-u İlahî
Dinin çekilip, dev gibi saldırmada vahşet
Rahmet bizi garketmeye tufan, yine
ey Nur-u Rahmanî
sh:
» (E: 108)
Pürnura boyansın bütün âfâk-ı cihanın
Her yerde okunsun da bu Kur'an, yine
ey Nur-u Sübhanî
Mahbubuna uyduk, hepimiz ümmeti
olduk
Ağlatma yeter, et bizi handan,
yine Ey Nur-u Rabbanî
Ol Ravza-i Pâk-i Ahmed'i (A.S.M.) göster bize bir dem
Artık olalım hep ona kurban,
yine Ey Nur-u Samedanî
İslâm'a zafer ver, bizi
kurtar, bizi güldür
A'damızı et hâk ile yeksan,
yine ey Nur-u Furkanî
Her belde-i İslâm ile, olsun bu yeşil yurd
Tâ haşre kadar cennet-i canan, yine
ey Nur-u imanî
Ol Fahr-i Cihan, Âl-i Abâ hakkı için ya Rab
Hıfzet bizi âfât u beladan, ya
Nur-el Envar, bihakkı
ismike-n Nur!
Âciz,
bîçare talebeniz
Hasan
Feyzi (Rahmetullahi Aleyh)
*
* *
sh: » (E: 109)
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Gayet ehemmiyetli bir mes'eleyi
-bundan evvel size icmalen beyan ettiğim mes'eleyi- tekrar size söylememe kuvvetli,
manevî bir ihtar aldım.
Şöyle
ki:
Perde altındaki düşmanımız münafıklar, şimdiye kadar yaptıkları gibi, adliyeyi ve
siyaset ve idareyi zâhirî dinsizliğe âlet edip, bize hücumları akîm kaldığı; ve Risale-i Nur'un
fütuhatına
menfaati olan eski plânlarını bırakıp, daha münafıkane ve şeytanı da hayrette bırakacak bir plân
çevirdiklerine dair buralarda emareleri göründü. O plânların en mühim bir esası; has, sebatkâr kardeşlerimizi soğutmak, fütur vermek,
mümkün ise Risale-i Nur'dan vazgeçirmektir. Bu noktada o kadar acib yalanları ve desiseleri istimal
ediyorlar ki, Isparta ve havalisi, gül ve nur fabrikasının kahraman şakirdleri gibi, çelik
ve demir gibi bir sebat ve sadakat ve metanet lâzım ki dayanabilsin. Bazı da dost suretinde
hulûl edip, korkutmak mümkünse, habbeyi kubbe edip evham veriyorlar.
"Aman, aman Said'e yanaşmayınız! Hükûmet takib
ediyor" diye zaîfleri vazgeçirmeye çalışıyorlar. Hattâ bazı genç talebelere,
hevesatlarını tahrik için, bazı genç kızları musallat ediyorlar.
Hattâ Risale-i Nur erkânlarına
karşı
da, benim şahsımın kusuratını, çürüklüğünü gösterip; zâhiren
dindar ehl-i bid'adan bazı şöhretli zâtları gösterip; "Biz de
müslümanız,
din yalnız
Said'in mesleğine
mahsus değil"
deyip, bize karşı
perde altında
cephe alan zındıklara ve anarşilik hesabına o safdil ehl-i
diyanet ve hocaları
âlet edip istimal ediyorlar. İnşâallah bunların bu plânları da akîm kalacak. Böyle heriflere
dersiniz:
"Biz, Risale-i Nur'un şakirdleriyiz. Said
de, bizim gibi bir şakirddir.
Risale-i Nur'un menbaı,
madeni, esası
da Kur'andır.
Yirmi senedir emsalsiz tedkikat ve takibatla beraber, kıymetini ve galebesini
en muannid düşmana
da isbat etmiştir.
Onun tercümanı
ve bir hizmetkârı
olan Said ne halde olursa olsun, hattâ Said de -El'iyazübillah- Risale-i Nur'un
aleyhine dönse,
bizim sadakatımız ve alâkamızı inşâallah
sarsmayacak." deyip, o kapıyı kaparsınız. Fakat mümkün olduğu kadar Risale-i
Nur'la meşgul
olmak, elinden gelirse yazmak ve mübalağalı propagandalara hiç
ehemmiyet vermemek ve eskisi gibi tam ihtiyat etmek gerektir.
Umum kardeşlerimize birer birer
selâm ve dua ediyoruz.
Said
Nursî
*
* *
sh:
» (E: 110)
Bu vatandaki milletin en büyük
kuvveti olan âlem-i İslâm'ın teveccühünü ve
hamiyetini ve uhuvvetini kırmak
ve nefret verdirmek için, siyaseti dinsizliğe âlet ederek, perde altında küfr-ü mutlakı yerleştirmek isteyenler,
hükûmeti iğfal
ve adliyeyi iki defadır
şaşırtıp der: "Risale-i
Nur şakirdleri,
dini siyasete âlet eder; emniyete zarar vermek ihtimali var." Halbuki, bu
memlekete maddî ve manevî bereketi ve fevkalâde hizmeti ve umum âlem-i İslâm'a taalluk edecek
hakaikı
câmi' olduğu,
otuzüç âyât-ı
Kur'aniyenin işaretiyle
ve İmam-ı Ali'nin (R.A.) üç
keramet-i gaybiyesiyle ve Gavs-ı
Azam'ın
kat'î ihbarıyla
tahakkuk etmiş
olan Risale-i Nur'un, siyasetle alâkası yoktur. Fakat küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın altı olan anarşilik ve üstü olan
istibdad-ı
mutlakı
esasıyla
bozar, reddeder. Emniyeti ve asayişi ve hürriyeti ve adaleti
temin eder. Risale-i Nur'a daha vatana, idareye zararı dokunmak bahanesiyle
tecavüz edilmez. Daha kimseyi o bahane ile inandıramazlar. Fakat cepheyi değiştirip, din perdesi
altında
bazı
safdil hocaları
veya bid'a taraftarları
veya enaniyetli sofî-meşreblileri,
bazı
kurnazlıklar
ile, Risale-i Nur'a karşı
iki sene evvel İstanbul'da
ve Denizli civarında
olduğu
gibi istimal etmeye münafıklar
belki çabalayacaklar. İnşâallah muvaffak olamazlar.
*
* *
Kardeşlerim!
Şimdi tam tahakkuk etti ki; resmen
bana ihanet ve hakaret etmek, onunla teveccüh-ü ammeyi hakkımda kırmak için gizli bir
tedbir kurulmuş.
Benim bütün dostlarımı -perde altında- soğutmak ve ürkütmeye
çalışıyorlar.
Halbuki Sikke-i Tasdik-i Gaybî onların bütün propagandalarını zîr ü zeber ediyor.
Gerçi böyle
dinsizlik hesabına
bana olan hakaret, bir derece beni sıkıyor; Eski Said'den
kalma bazı
damarlarıma
dokunuyor. Fakat Risale-i Nur'un hârika fütuhatı ve şakirdlerinin ehl-i hakikat
nazarında
ve ruhanî ve melaikeler yanında
hürmet ve merhametle karşılanmaları, benim şahsıma gelen ihanet ve
hakaretlerin sivrisinek kanadı
kadar ehemmiyeti kalmaz.
O bedbaht ehl-i ihanet, dindarlık cihetiyle, ehl-i din ve ehl-i
sh: » (E: 111)
ulûm-u diniyenin
hürmetini kırmak dine bir ihanet olduğu
cihetinde, ruhanî ve melaikelerin ve ehl-i iman ve ehl-i hakikatın nazarında mel'un olduğu gibi;
binden ancak bir-iki serserinin veya zındığın âferinini kazanırlar. O bedbahtlar bana hakaret etmekle, güya Risale-i
Nur'un nüfuzunu kırıyor; şahsımı menba' zannedip beni çürütmekle, Risale-i Nur sukut
edecek gibi ahmakane bir zan ile şahsıma tecavüz oluyor.
Ben de
derim: Ey bana dinsizlik hesabına ihanet ve hakaret eden bedbahtlar! Kat'iyen size haber
veriyorum; yakında -tövbe etmemek şartıyla- hiç çare-i halas yok ki, ecel celladıyla sen,
idam-ı ebedî ile ölüm darağacı ile asılacaksın! Şeraretli ruhun dahi ebedî bir haps-i münferidde
mahkûm olmakla beraber, ehl-i iman ve ruhanîlerin nefret ve lanetini kazanacaksın! -Tövbe etmemek şartıyla- benim intikamım, senden, pek muzaaf bir surette alınıyor bildiğimden, hiddet değil hattâ
sana acıyorum!
Amma
Risale-i Nur'un, senin gibi sinekler kadar ehemmiyeti olmayanların perde çekmesi, zerre kadar nüfuzunu kıramaz.
Yüzbinler adam onunla imanlarını kurtardıkları için, ruh u canla hürmet ve perestiş ederler. Amma şahsımın teessürü ise kat'iyen size haber veriyorum ki; bir-iki
dakika asabiyetle bir teessüratıma mukabil, birden öyle bir
teselli buluyorum ki, bin derece sizlerin hakaret ve ihaneti ziyadeleşse o teselliyi kıramaz. Çünki Risale-i Nur'un keşf-i
kat'îsiyle, dinsizlik hesabına bize hücum edenler, ebedî azablar ve haps-i münferidde
ve idam-ı ebedî ile ihanetini gördükleri
gibi; Risale-i Nur'la imanını kurtaran şakirdleri, ölümle terhis tezkeresi ve saadet-i ebediye vesikasını alıp, ebedî bir hürmet ve merhamet ve ikrama mazhar
olacaklarını, feylesofları
susturan binler hüccetlerle beyan etmişiz.
Hem bu
Yeni Said, Eski Said gibi kendine hürmet ve teveccüh kazanmak ve şân ü şeref bulmak; kat'iyen aleyhindedir, kat'iyen kabul etmez.
Onun için, yirmi senedir inzivayı tercih etmiş.
Eğer asayiş ve idare hesabına
nüfuzunu kırmak ve umumun nazarında
çürütmek için yapıyorsanız, pek büyük bir hata ediyorsunuz. İki sene üç mahkeme, yirmi senelik hayatımın yüzyirmi eserinde, yüzyirmi bin Risale-i Nur şakirdlerinden mûcib-i ihtilâl ve medar-ı
mes'uliyet ve vatan ve millet aleyhinde hiçbir şey
bulmadıklarına beraetimizle ve Risale-i Nur eczalarının bütününü iade etmeleriyle gösterdiği cihetle, kat'iyen size beyan ediyorum ki; dinsizlik
hesabına bizi ezen sizler; vatan ve millet, asayiş ve idare aleyhinde ve anarşilik lehinde ve müdhiş bir
ecnebi hesabına beni sıkıştırıp, bir sarsıntı çıkarıp, o cereyanın
müdahalesini istiyorsunuz. Onun için, bütün ihanet ve hakaretlerinize beş para kıymet ver
sh: » (E: 112)
mem; asayiş, idare lehinde, sabır ve
tahammüle karar verdim.
Elbette
dünya daimî olmadığı gibi, hâdisatı da fırtınalı, daima değişir. Birkaç saat cinayetlerle, dünyevî ve uhrevî binler
zakkum ve azab neticeleri var. O zaman, faidesiz "yüzbinler teessüf"
diyeceksiniz! Ben, resmî makamata ve bizimle tam alâkadar vazifedarlara yazdığım gibi, sizin gibi bedbahtlara dahi derim: Biz, Risale-i Nur'la, bu
memleketin ve istikbalinin en büyük iki tehlikesini def'etmeye çalışıyoruz ve bilfiil çok emarelerle, hattâ mahkemede de kısmen isbat etmişiz.
Birinci
tehlike: Bu memlekette, hariçten kuvvetli bir surette girmeğe çalışan anarşiliğe karşı sed çekmek.
İkincisi: Üçyüz elli milyon müslümanların nefretlerini kardeşliğe çevirmekle, bu memleketin en büyük nokta-i istinadını temin etmektir.
* * *
Afyon Emniyet Müdürü'ne derim ki:
Müdür
Bey! Dünyada, eski zamandan beri görülmemiş bu derece kanunsuz ve manasız ve maslahatsız
tecavüzler bana geldiği halde neden aldırmıyorsunuz? Bir misali:
Câmiye,
hâlî zamanda, cemaat hayrına sahib olmak için, bazı bir-iki
adamdan başka kimseyi yanıma kabul
etmediğim halde, resmen "Kat'iyen câmiye
gitmeyeceksiniz!" deyip; bu gurbette, hastalık ve
ihtiyarlık ve yoksulluk içinde bu ihanet hangi kanunladır? Hangi maslahat var? Haberim olmadan, câminin hâlî bir yerinde iki-üç
tahta, bir kilimle beni üşütmemek fikriyle bir zâtın yaptığı iki kişilik bir settare yüzünden, ehemmiyetli bir mes'ele şeklinde, hem bana, hem umum halka manasız telaş vermek hangi kanunladır? Hangi maslahat var? Soruyorum.
Bana bu
ihanetleri yapanların hiçbir bahaneleri yoktur. Yalnız teveccüh-ü ammeyi bahane edip: "Bu menfî adama neden hürmet
ediyorsunuz?"
Ben de
derim: Bütün dostlarım biliyorlar ki; ben, şahsıma karşı hürmeti ve teveccüh-ü ammeyi istemiyorum, reddediyorum.
Benim hakkımda başkalarının hüsn-ü zannını kabul etmediğim halde, hangi kanun beni mes'ul eder ki; ihtiyarım ve rızam haricinde, başkasının hüsn-ü zannıyla bana
ihanet ediliyor. Farz-ı
sh: » (E: 113)
muhal olarak, bu teveccüh-ü amme hakikat da olsa; vatana,
millete faidesi var, zararı olmaz. Hem eğer, bir
parçasını ben de kabul etsem; bu ihtiyarlık, hastalık, yoksulluk ve soğuk bir
oda içerisinde, dehşetli bir haps-i münferidde, zarurî hizmetlerimi görmek için bir-iki insanın dostluğunu kabul etmekliğimde
hangi fenalık var? Hangi kanun bunu men'eder? Bir-iki işçi çocuktan başka benimle temas ettirmemek hangi kanunladır? O işçi çocuklar her vakit bulunmadığı için, kendim işimi göremiyorum. Bu dehşetli
vaziyeti, elbette bu memlekette inzibat ve hükûmet ve idare adamları nazar-ı ehemmiyete almak borçlarıdır. Cidden alâkadar eder diye size beyan ediyorum.
Emirdağı'nda bir tecrid-i mutlakta
Said Nursî
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki, çoktan beri beklediğim bir ciddî yardım, Konya ülemasından görülmeğe başladı.
Evet
Risale-i Nur, medreseden çıkmış, ilim içinde hakikata yol açmış. Hakikî sahibleri ve taraftarları
medreseden çıkan hocalar olduğuna
binaen, umum Anadolu'nun eskiden beri parlak ve faal bir medresesi Konya şehri olduğundan o mübarek medresenin şakirdleri
kendi malları olan Risale-i Nur'a sahib çıkmağa ve sarılmağa başladığını Sabri'nin mektubundan anladım ve buraya, Konya'ya yakın geldiğime ruh u canımla
memnun olup bana gelen bütün sıkıntılara sürur ile mukabele edip tahammül ediyorum. Başta, çok mübarek tefsirin çok muhterem ve kıymetdar
sahibi olan Hoca Vehbi Efendi olarak, Risale-i Nur'u takdir edip alâkadarlık gösteren bütün Konya ve civarı
ülemalarını, bütün kazançlarıma ve
dualarıma şerik ettim. Ve has kardeşlerim
dairesi içinde isimlerini bildiğim zâtları, isimleriyle dua vaktinde yâdediyorum. Risale-i Nur şakirdlerindeki şirket-i maneviye itibariyle, benim çok noksan kazancımdan hisse aldıkları gibi; bütün şakirdlerin
bütün kazançlarından da hisseler almağa yol açıldığını; benim tarafımdan
selâmımı hürmetlerimle onlara tebliğ ediniz.
Isparta kahramanları gibi, Konya'nın
mübarek âlimleri Risale-i
sh: » (E: 114)
Nur'a sahib çıktıklarından, daha dünyaca, vazife-i Nuriyeye bir endişem kalmadı. O mübarek ve kuvvetli ellere Risale-i Nur'u emanet edip
rahat-ı kalb ile kabrime gidebilirim.
Sâniyen:
Elhak, az bir zamanda Risale-i Nur'a pek çok faidesi dokunan ve on seneden beri
Risale-i Nur'a çalışmış gibi haslar dairesinde bulunan Mustafa Osman'ın, Emirdağı'ndaki kardeşlerine,
yangın münasebetiyle geçmiş olsun
makamında nev'-i beşer yangınını bahsedip, güzel bir mektub yazmış. Onun mektubunun bir kısmını hem Lâhika'da, hem Sikke-i Gaybiye'de kaydediyoruz;
sonra suretini size göndereceğiz. Benim tarafımdan hem
ona, hem yanındakilere, hem vasıta-i
muhabere olduğu Kastamonu ve İnebolu'daki
kardeşlerimize pek çok selâmlarla beraber; hattı güzel, vakti müsaid olanlar, Isparta ve civarı gibi Asâ-yı Musa Mecmuası'nı yazsalar, çok münasib olur. Bu vazife-i Nuriye, inşâallah matbaanın çok fevkinde iş görecek.
Sâlisen:
Hâfız Emin'in Risale-i Nur'a çok hizmeti var. Onun kasabası olan Küre, geçen hâdiseden evvel Nuri, Hakkı, İhsan ve merhum Muallim Osman gibi zâtların
himmetiyle bir medrese-i Nuriye hükmüne geçip parlak bir surette Nur'a çalışıyordu. İnşâallah o kıymetdar hizmeti, mümkün oldukça yine yapacak. Gerçi geçen
musibette en ziyade onlar üzüldüler, fakat ona mukabil Risale-i Nur'un geniş muzafferiyetinde o kasabanın ve o fedakâr kardeşlerimizin
hisseleri çok ehemmiyetlidir.
Hâfız Emin mektubunda diyor ki: "Ben mahkemeden kitablarımı alamadım. Size gelmiş mi,
gelmemiş mi?" diye benden soruyor. Siz ona selâmımla beraber yazınız ki: Seninki bana gelmediği gibi,
sana İstanbul'a gönderdiğim kitablarımdan da hiçbirisi elime geçmedi. Ve bilhassa İstanbul'a gönderdiğim "büyük kitab" namında içinde yirmi risaleden ziyade bulunan mecmuayı çok araştırdımsa da bulamadım. Fakat
madem Risale-i Nur kendi kendine intişar
ediyor ve muhtaç olanlara kendini okutturuyor, Hâfız Emin'e ve bizlere sevab kazandırıyor. Hâfız Emin de, benim gibi, kitablarının başka ellerde gezmesinden memnun olmalı. Hem Küre'de erkek ve hanım ne kadar Risale-i Nur'la alâkadar varsa, onlara selâm
ediyorum. Eskisi gibi şimdi de Küre'ye bir Medrese-i Nuriye nazarıyla bakıyorum. Hususan İhsan,
Abdullah, Abdurrahman'a selâm ediyorum; ne haldedir? İnşâallah eski parlak hizmeti devam ediyor. Tam bir
Abdurrahman olduğunu isbat ettiği gibi,
devam edecek.
Umum
kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz.
* * *
sh: »
(E: 115)
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Hadsiz şükür olsun ki; Risale-i Nur yerine beni sıkıyorlar, benimle meşgul oluyorlar. Hiç merak etmeyiniz, عَسَى
اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ sırrıyla inşâallah bu yeni hâdisede dahi bir hayır olacak.
Hâdise
budur: Ceylân'ı ve iki arkadaşları, -ki bana hizmet ediyorlardı- yanıma gelmelerini men'ettiler. Anahtarı onlardan aldılar, bekçilere verdiler. O bekçilerden birisi geliyor, su
ve ekmek gibi işlerimi görüyor. Ben bunun sebebini bilemedim. Fakat bu kasabada
bir parti münazaası var. Çocuğun bir amucası (Haşiye) bir taraftadır. Onun muarızları yapıyor ihtimali var.
.
Hem her
tarafta Risale-i Nur'un fütuhatı ve hariçten gelen anarşistlik
müdahalesi sebebiyet verdi zannederim. Ve Sandıklı'da elde edilen mektubatla, bir vasıta-i
muhabere olması bahanesiyle, bu sıkıntıyı verdiler. Siz hiç telaş
etmeyiniz, bunun da hiç ehemmiyeti yoktur. Siz, yine eski gibi bana yazarsınız. Fakat ben, kendim çok yazamıyorum. Güya beni, ihanet ve hakaretle çürütmekle Risale-i Nur'un fütuhatına sed çekilecek; divaneliklerinden, üflemekle milyonlar elektrik
kuvvetinde bulunan Risale-i Nur gibi bir hakikat güneşi sönecek diye, -ziyade sevabı bana
kazandırmak için- beni fazla sıkıyorlar.
Medar-ı ibret ve dikkat bir tevafuktur ki; dün, çocukla pederini zabıta celbedip ifadelerini aldığı aynı dakikada, ehemmiyetli bir vukuatı, telefon-u zabıta haber vererek, bütün erkânı telaşa düşürttü. Mahall-i vak'aya gitmeğe mecbur oldular. Manen onlara denildi: "Siz, sinek kanadı kadar zararı olmayanı bırakınız; kartallar, belki ejderhalar gibi zararlara bakınız."
Hem
câmiden men' hâdisesinin aynı vaktinde, men'e emir veren yeni kaymakam, Afyon'da
ameliyata maruz kaldı. Lisan-ı haliyle ona denildi: "Ölüm var! Onun idamından kurtulmasına çalışanı tazyik değil, belki çok takdir ve tahsin etmek gerektir."
Umum
kardeş ve hemşirelerime birer birer selâm ve dua ederim ve dualarını isterim.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz Said Nursî
________________________________
(Haşiye): Merhum Abdullah Çalışkan'dır. Demokrat Parti'ye, muhalefette iken intisab etmişti
* * *
sh: »
(E: 116)
Aziz, sıddık kardeşlerim ve mübarek vârislerim ve emin vekillerim!
Evvelâ:
Size kat'î haber veriyorum ki; hakkımızda ve Risale-i Nur hizmetinde, inayet-i Rabbaniye ve tevfikat-ı Samedaniye devam ediyor. Zâhiren çirkin perdeler altında, gayet güzel neticeler var. Bir zararımıza bedel, yüz menfaat bizlere ihsan ediliyor. Onun için geçici, muvakkat sıkıntılara ve sarsıntılara ehemmiyet vermemek lâzımdır.
Sâniyen:
Mümkün olduğu kadar Asâ-yı Musa
mecmuasını yazmakta fütur ve tevakkuf verilmesin. O kudsî birinci
vazifenin pek çok ehemmiyeti var. Ve بِهِ الظُّلْمَةُ انْجَلَتْ
onun hakkında İmam-ı Ali (R.A.) demiş.
Size iki
Ali'nin ondört parça mübarek risalelerini tashih edip posta ile gönderdim. Burada hem beni, hem talebeleri şevk ile
tam çalıştırdılar. Kastamonu'da imdadıma
geldikleri gibi, burada dahi o iki kahraman yine imdadıma yetiştiler.
Sâlisen:
Ben burada gerçi pek çok sıkılıyorum. Fakat sizlerin fütursuz çalışmanızı düşündükçe ve iştiyakla
beklediğim mülayimane ve tesellikâr mektublarınızı gördükçe, o sıkıntılar gider, bazan sevinçlere inkılab ederler. Benim mektublarımı yazan, şimdilik yanıma gerçi gelemiyor, fakat şahsî
hizmetten başka, Risale-i Nur'a ait üç-dört
vazifesi var. Onları mükemmel yapıyor. Hem
benim hususî işlerimi de kapıya gelip
anlar, gider; onları da yapar.
Râbian:
Sair yerlerdeki kardeşlerimiz Asâ-yı Musa
yazmasına başlamışlar mı? Bu birinci vazifeyi eskiden yapan ve yanında mevcud bulunan zâtlar, bir cild içine alıp;
ikinci vazife-i imaniye olan mu'cizatları
zeyilleriyle beraber tedarikine başlasınlar veyahut geri kalanlara yardım
etsinler. Elinden geldiği kadar güzel ve tashihli yazılmalı.
Hâmisen:
Âlimlerden sonra muallimler risaleye ihtiyaçlarını hissetmeye başladıklarını çok emareler var. Bir emare budur:
İstanbul'da din konferansında okumak niyetiyle Âyet-ül
Kübra risalesini istemeleridir.
Re'fet Kardeş! Sen de çok safalar geldin ve
Risale-i Nur yazısı
sh: » (E: 117)
ile meşguliyetin beni cidden sevindirdi. Hulusi ve Sabri gibi senin de suallerinin
Risale-i Nur'da ehemmiyetli neticeleri ve tatlı
meyveleri var. Senin yanında bulunan ve risalelerde kaydedilmeyen ilmî parçaları münasib yerlerde veya Lâhika'da yazarsınız.
Kardeşlerim! Asâ-yı Musa mecmuasının yazmasında bir tedbir hatırıma geldi. Taksim-ül a'mal ile beş-altı zât, aynı kıt'ada herbiri bir kısmını yazsın; daha çabuk ve daha kolay olur. Hem usandırmaz, hem -büyüklüğü için- yazmak cesaretini kırmaz.
Tahmin ederim ki; bu çok ehemmiyetli vazife-i Nuriye tam ileri gitmemesi bu
sebebdendir. Yazısı güzel olanlar, herhalde bu yeni tedbir ile o vazifeye
çalışmalı.
Kardeşlerim! Çok dikkat ve ihtiyat ediniz. Sakın sakın hocalarla münakaşa
etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar musalahakârane davranınız, enaniyetlerine dokunmayınız, bid'at tarafdarı da olsa ilişmeyiniz.
Karşımızda dehşetli zendeka varken, mübtedilerle uğraşıp onları dinsizlerin tarafına
sevketmemek gerektir. Eğer size ilişmek için gönderilmiş hocalara rastgelseniz, mümkün olduğu kadar münazaa kapısını açmayınız. İlim kisvesiyle itirazları, münafıkların ellerinde bir sened olur. İstanbul'da ihtiyar hocanın hücumu ne kadar zarar verdiğini bilirsiniz. Elden geldiği kadar Risale-i Nur lehine çevirmeğe çalışınız.
Umum
kardeşlerime birer birer selâm.
* * *
Çok aziz, sıddık, kahraman, bahtiyar Emirdağ'lı kardeşlerim!
Geçirdiğiniz çok büyük âfeti müş'ir, mübarek efendimiz hazretlerinin, çok ehemmiyetli ve
çok kıymetli ve perde altında çok
müjdeli lütufnamelerini aldık. Her birerlerinize, hususan bu yangında daha çok tehlike atlatan kardeşlerime,
bura ve bu civar talebeleri namına büyük geçmiş olsun
der ve bu vesile ile dehşetli küfr-ü mutlak yangınının mahallemizi sardığı ve kızıl kıvılcımlarının saçaklarımıza sıçramak üzere olduğu bir
hengâmda, umum ehl-i iman ve hususan Nurcular namına, o
maddî yangında çocuk Ceylân'ın ağlamakla meded istemesi gibi, bir manevî Ceylân olarak, o büyük ve çok müşfik Üstad'a "Meded! Biz yanıyoruz,
mahvolduk" diye niyaz eylerim. Bu Emirdağ yangınında, günün en çok nüfuzuna sahib kızıl Rusya'dan
sh: » (E: 118)
çıkarak, kızıl ateşler ve kızıl kıvılcımlar saçan ve birer birer dünya şehrinin mahallelerini saran ve ovaları yakıp kavuran, bazı yerlerde de nifak ve şikak ateşleri saçarak, "Kardeşine: Kardeşini öldür" diye bağıran ve
en nihayette âlem-i hristiyaniyeti yakıp,
kavurup, harman gibi savurduktan sonra âlem-i İslâm
mahallesini saran ve evimizin saçaklarına kıvılcımları sıçrayan
ve çok büyük ve çok dehşetli bir bela olan komünizm ve bu azîm yangında itfaiye vazifesini üzerine alan Risale-i Nur'a ve Risale-i Nur'un günün
en büyük mutfîsi, en büyük tahassüngâhı ve en
büyük melcei ve penahı ve onun şahs-ı manevîsinin dualarının bârigâh-ı Ehadiyette kabul olduğuna
sarih bir işaret var. Ve âdeta ona hücum edenlere ve etmek
isteyenlere karanlık gecede kırmızı diliyle şöyle hitab ediyor:
"Ey
Fahr-i Âlem'in gösterdiği doğru yoldan şaşanlar! Dünyanın fâni
meta'larıyla gururlanıp taşanlar ve ey dünyamıza zararı olur korkusu ile, Nur-u Kur'andan kaçanlar! Sizler,
dünyanızın uçurumlara gittiği zannıyla, o bâki ve tatlı sandığınız fâni ve hakikatta çok acı
lezzetlerinizin zeval bulmak, şedid ve elîm elem ve ızdırablara tahavvül etmek üzere olduğunu
tahmin ederek manasızca radyoların başına koşuyorsunuz. Bu koşmakta ve
bu dedikoduları dinlemekte ne faide var? Zeval bulucu lehviyat ve
lezaizle körleşmiş, bakan gözleriniz artık yeter
biraz hakikatı görsün, sağırlaşmış duyan kulaklarınız, biraz hakikatı duysun ki, bu acib ve dehşetli ve
hiç misli görülmemiş devirde, hususan ehl-i imanın çok sarsıntılar geçirdiği ve çok dehşetli düşmanlar karşısında bulunduğu ve küfr-ü mutlak ateşinin
mahallemizi sardığı bir zamanda, ancak ve ancak günümüzün en müstahkem,
kavî, yıkılmaz, sarsılmaz tahkimatı olan
Risale-i Nur'un nuranî siperlerine iltica etmekle ve onun daire-i kudsiyesine
dehalet etmekle kurtulacak ve imanınızı kurtararak, idam-ı ebedî
zannettiğiniz ölümü, bir hayat-ı
bâkiyeye tebdil edeceksiniz. Ve işte o Nur'un mübarek tercümanının ve mübarek şahs-ı manevîsinin اَجِرْنَا وَ اَجِرْ وَالِدَيْنَا وَ اَجِرْ طَلَبَةَ رَسَائِلِ النُّورِ
وَوَالِدَيْهِمْ مِنَ النَّارِ ve emsali dualarının kabulüyle, şefaatıyla ve hürmetine, benim dehşetli fakat Cehennem ateşi yanında hiç ehemmiyeti olmayan ateşimden,
onun şakirdlerinin, hâdimlerinin ve risalelerinin muhafızı bulunan mağazaları nasıl âzad olmuş, kurtulmuş ise, sizler de o mübarek şakirdler
gibi, o mübarek daire-i kudsiyeye dehalet ettiğinizde;
dünyevî ve uhrevî dehşetli ateşlerden kurtulacak ve evlâd ü iyalinizin bir nevi çobanı olmak hasebiyle, o sevgililerinizi de kurtaracaksınız. Ve her birerleriniz maddî ve
manevî
sh: » (E: 119)
felah ve saadete nâil olacaksınız. Bakıp da görmeyen ve görüp de görmek istemediğinizden kapadığınız gözlerinizi açınız, görünüz ve azîm tehlikelerin çok yakın
olduğunu ihsas ve telaş ve
itirazınızı arttırmaktan başka bir işe yaramayan dünya havadislerini veren radyo başına değil, ayaklarınızdaki bütün derman ve
kuvvetinizle Risale-i Nur başına ve onun neticesi emniyet,
selâmet ve saadet olan nuranî dairesine koşunuz."
Bizlere
de: Ey Nurcular! Allah'ın sizlere ihsan ettiği ezelî lütfuna karşı secdeden başlarınızı kaldırmayınız. Gecenin soğuğuna aldırmayınız.
Sizlere lütfunu hiç bir hususta esirgemeyen Rabb-ı
Rahîm'e, gecenin bu mübarek saatlerinde kalkarak vazife-i şükrü eda ediniz. Ve bazıların düştüğü, istikbali düşünmek derdiyle aklı, maaşı sarsan hâdiseler karşısında
titremeyiniz, korkmayınız;
Nur'un kudsî kerameti ve imdadını müşahede ediniz. Dünya fânidir, binler sene yaşamak olsa, bâki olan hayat-ı
uhreviyenin yanında, hiç-ender-hiç
mesabesindedir. Fakat fâni olmakla beraber, bâki hayatın bâki meyvelerini verecek bir mezraasıdır. Fırtınaların şiddeti, havanın dehşeti sizleri sarsmasın, korkutmasın. Bu mübarek mezraaya en mübarek
ve nuranî ve verimli ve bereketli olan Nur tohumlarını ekiniz. Zira "Eken
biçer", atalarımızdan
kalma mübarek bir sözdür.
Ey
Nurcular! Sizin hakikî vazifeniz, dünyaya bakmak değildir. Farz-ı muhal olarak dünyaya da bakılsa, bakınız ve
görünüz ve zuhuru muhtemel dehşetli yangınlar sebebiyle ve o yüzden karşılaşmanız
ihtimali bulunan tehlikeler dolayısıyla
kat'iyen sarsılmayınız, fütur getirmeyiniz. Çalışınız,
çalışınız, çalışınız ve kat'iyen inanınız ki; Nur'un şefaatı, Nur'un duası, Nur'un himmeti sizleri kurtaracaktır. İşte bu davanın şahidi
Emirdağ'lı Nurcuların dehşetli ateşten zararsız kurtulmalarıdır. Şimdiden umumunuza müjdeler
olsun.
Kardeşiniz
Mustafa Osman
* * *
Vasiyetnamemdir
Aziz,
sıddık kardeşlerim ve vârislerim!
Ecel
gizli olmasından, vasiyetname yazmak
sünnettir. Benim
sh: » (E: 120)
metrukâtım ve Risale-i Nur'dan olan benim hususî kitablarım ve güzel cildlenmiş mecmualarım vesair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur
fabrikalarının heyetine,
başta Hüsrev ve Tahirî olarak o heyetten oniki (**)
kahraman kardeşlerime vasiyet ediyorum. Onlara bırakıyorum ki; emr-i hak olan ecelim
geldiği zaman, benim arkamda o metrukâtım, benim bedelime o sadık ve mübarek ellerde hizmet-i
Nuriye ve imaniyede çalışsın ve
istimal edilsin.
(**)
Kardeşim Abdülmecid, Zübeyr, Mustafa Sungur, Ceylân, Mehmed
Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüşdü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillo'lu Said, Mustafa,
Mustafa, Seyyid Sâlih.
Kardeşlerim! Bu vasiyetten telaş etmeyiniz. Ben, teessürattan ve
dokuz defa zehirlenmekten, pek çok zaîf olmakla beraber; gizli münafıkların desiselerle müteaddid sû'-i
kasdları için bu vasiyeti yazdım. Merak etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye ve hıfz-ı İlahî devam ediyor.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz Said Nursî
* * *
Aziz,
sıddık kardeşlerim ve hizmet-i imaniyede azimkâr kardeşlerim!
Evvelâ:
Birinci vazife-i Nuriye, inşâallah matbaanın pek çok fevkinde iş görecek.
Şimdi de şakirdlerine büyük sevablar ve
kuvvetli iman hizmetleri veriyor. Acaba bu vazife ileri gidiyor mu, yoksa bu kışın ağır şeraitiyle
geri mi kalıyor?
İkinci vazife de; "Onuncu Söz"
zeyilleriyle beraber, iki mu'cizat risaleleri ve zeyillerinin âhirinde bulunmak
lâzımdır. Birinci vazifesini bitirenler,
yine mevcudu varsa, bir cild içine almağa çalışsınlar; yoksa, tedarik etsinler. Çünki âlem-i İslâm, şimdiki intibahı, vahdet-i İslâm'a çalışması,
herhalde Risale-i Nur gibi eserleri arayacak ve büyük dairelerin geniş nazarlarına elbette büyük mecmualar lâzımdır.
Sâniyen:
Sizin bana yardımınız iki cihetle pek zâhir ve pek büyüktür:
Birincisi:
Sizin fütursuz hizmet-i Nuriyede çalışmanız, benim
sh: » (E: 121)
bütün musibetlerimi ve sıkıntılarımı hiçe indiriyor, bilakis sürurlara kalbediyor.
İkinci Cihet: Kat'iyen biliniz ki; duanız,
onların ağır ve işkenceli zulümlerini, benim hakkımda
inayetkâr, maslahatdar merhametlere çevirmesine sebeb olduğuna kat'iyen şübhem kalmadı. Ezcümle:
Memurları ve halkları benden ürkütmeleri, beni büyük
hatalardan ve tasannu'lardan ve ihlasa münafî haletlerden ve vaktimi zayi'
etmekten kurtarıp, kader-i İlahî'nin hakkımda, zulm-ü beşerî içinde tam adaletini ve inayetini gösterdi.
Buna kıyasen, başıma ne
gelse, altında bir rahmet var. Yalnız benim ile meşgul olmaları için on dirhem zarar, Risale-i Nur'un onbin lirasını kurtarıyor. Onun için, siz hiç beni merak etmeyiniz. Hattâ bazan damarlarıma dokunduracak tarzdaki ihanetlerine karşı
beddua etmek isterken, onların yakında ölüm idamıyla kabr-i haps-i münferidde azabları ve
bu ihanetlerinin neticesinde bana ait maslahatları ve
hizmetimize menfaatleri düşündükçe, bedduadan vazgeçiyorum.
Sâlisen:
Her hafta bir-iki mektubunuz bana hem şifa,
hem medar-ı teselli ve manevî bir sohbetle
sizin ile görüşmeye
vesile olmasından, kemal-i şevk ile postayı bekliyorum.
Umumunuza
birer birer selâm ve dua.
Said Nursî
* * *
Aziz,
sıddık kardeşlerim ve hakikat yolunda arkadaşlarım!
Bu
defa sizin beş-altı mübarek mektublarınıza
yalnız bir tek müşevveş mektubla cevab vermemden gücenmeyiniz.
Evvelâ:
Halil İbrahim'in mektubu, şahsıma verdiği fevkalâde meziyetler için kabul
etmemek mesleğimizce lâzım gelirken, iki manidar tevafuku bana hem kendini kabul ettirdi, hem
Lâhika'ya girdi. Fakat şahsıma
ait kısmını
bazan tayyettim ve bazısının üstünde "Risale-i Nur" kelimesini yazdım, ibaredeki suallerine cevab oldu.
Birinci
tevafuk: Hakkımda teveccüh-ü ammeyi kırmak için bir yüzbaşı bana karşı beş vecihle kanunsuz hakaret ve
ihanet ettiği aynı zamanda, belki aynı saatte, yüz tane böyle yüzbaşıdan ehl-i hakikat nazarında daha ehemmiyetli ve Risale-i
Nur'un erkânından
sh: » (E: 122)
bir kardeşimiz, bu yeni mektubu, haddimden yüz derece ziyade ihtiram verip o gibi
ihanetleri hiçe indirerek yazmış. Hem şakirdlerin erkân-ı mühimmesinden dört zât, aynı mes'eleye iştirak edip imza basmışlar. Ben de bu garib tevafukun
hatırı için, mesleğime muhalif olan senakârane mektubu kabul edip ta'dil ederek Lâhika'ya
geçirdim ve size de müsveddesini gönderdim.
İkinci tevafuk: Ben gece Asâ-yı Musa
Risalesi'ni yazanları düşündüm
ve yeni mektublarda o noktada bahis aradım. Bu
ağır kışta ve arasıra bana münafıkların ilişmeleri, bunlara fütur vermek
ihtimali var. Bu yazıcılara
bir kamçı-yı teşvik lâzım. Nasılki Hasan Feyzi ve Halil İbrahim'in edibane iki
tarifnameleri çokları yazıya teşvik ile sevkettiler diye bir teşvik vesilesini aradım; birden, sabahta benim ölümümü mevzu yapan ve şakirdleri korkutan ve sa'yde ve
yazıda acele etmelerine medar o mektubu aldım, dedim: İbrahim Halil'in sadakatı, keramet derecesine çıkmış.
Sâniyen:
Feyzi ve Emin'in mektubu, benim çok endişelerimi
izale etti. Evet bu iki kardeşimizin sadakatları ve hizmetleri ve Risale-i Nur'a sahabetlerinin çok ehemmiyeti var. Ve
hapishanede dokuz ayda, dokuz sene kadar kıymetdar
hizmet eden Hilmi ve Sadık ve İhsan ve Beşkardeş namında Risale-i Nur'a kalemiyle çok
hizmet eden ihtiyar Tahsin gibi ve Feyzi ve Emin'in mektubunda işaret edilen umum o civarda çok alâkadar olduğum kardeşlerimin hizmet-i Nuriyede
devamları, beni sürurla ağlattırdı.
Fakat öz kardeşim Abdülmecid, beni çok merak
ediyor; görüşemediğim buranın müftüsünden, halimi anlamağa çalışıyor. Bundan sonra Feyzi ve
Emin'in üçüncüsü Abdülmecid olsun. Safranbolu kahramanlarından aldıkları lüzumlu mektubları ona da göndersinler.
Hem
benim tarafımdan ona yazsınlar ki: Eski Said'in birinci talebesi bulunduğun gibi, Yeni Said'in dahi Hulusi ile beraber yine birinci safta
talebelerisiniz.
Hem
benim hakkımda musibet ve fena haberleri aldığı vakit, merhum pederim Mirza (R.H.) gibi olsun, merhume validem Nuriye
(R.H.) gibi olmasın. Çünki
eski zamanda, dağdağalı hayatımda hakkımda acib havadisler peder ve valideme ihbar ediliyordu. "Sizin oğlunuz öldü veya vuruldu veya hapse
girdi" gibi fena haberleri babam işittikçe,
keyifleniyordu, gülüyordu. Derdi: "Mâşâallah,
oğlum yine bir ehemmiyetli iş, bir kahramanlık göstermiştir ki, herkes ondan bahsediyor." Validem ise, onun süruruna karşı şiddetle ağlıyordu.
Sonra zaman, babamın haklı olduğunu çok defa gösteriyordu.
sh: » (E: 123)
Sâlisen:
Lütfü'nün sebatkâr ve pek ciddî vârisi Abdullah Çavuş ve İslâmköy'lü merhum Hâfız Ali'nin şakird ve vârislerinden Mustafa'nın
mektublarını umum
Nur fabrikasının
kahramanları hesabına kabul ettim. Cenab-ı Erhamürrâhimîn'e hadsiz şükür olsun ki; o köyleri de Sava ve Kuleönü gibi bir medrese-i nuriye hükmüne getirmiş.
* * *
Aziz,
sıddık kardeşlerim!
Sizin
bu defa müteaddid mektublarınıza,
rahatsızlık mecburiyetiyle, birtek mektubla
iktifa ediyorum.
Evvelâ:
Risale-i Nur'un kahramanı Hüsrev, benim bedelime ölmek ve benim yerimde hasta olmak samimî ve ciddî istiyor. Ben de derim:
Te'lif zamanı değil, şimdi neşir zamanıdır. Senin yazın, benim yazımdan ne derece ziyade ve neşre faideli ise, hayatın dahi hizmet-i Nuriyede benim bu
azablı hayatımdan o derece faidelidir. Eğer benim elimden gelseydi, hayatımdan
ve sıhhatimden size memnuniyetle verirdim.
Sâniyen:
Şehid merhum Hâfız Ali'nin tam bir vârisi Hasan
Feyzi'nin, Denizli hesabına ve o civarda ciddî kardeşlerimizin namına yazdığı parlak kaside ve dördüncü şehnamesi ve orada dahi şakirdlerin faaliyetle Nur'a çalışmaları, benim zehirli, şiddetli hastalığıma bir merhem oldu. Cenab-ı Erhamürrâhimîn'e hadsiz şükür olsun, Denizli'yi ikinci bir
Isparta ve büyük bir İslâmköyü yapıyor.
Evet
hâkim-i âdil, Muharrem ve Feyzi ve Hâfız
Mustafa, bir-iki senede, yirmi sene kadar hizmet-i Nuriyeyi yaptılar; Nur'un şakirdlerini ebede kadar minnetdar
eylediler. Cenab-ı Hak onlardan ve beraberlerinde
Nur'a hizmet edenlerden ebeden razı
olsun, âmîn!
Sâlisen:
Medrese-i Nuriyenin kahramanlarından ve Barla'lı marangoz Mustafa Çavuş ve
Hâfız Mehmed'in tam vârisi Marangoz Ahmed'in Medrese-i
Nuriye namına pek samimî ve hazîn
ta'ziyenamesi, beni sürurla ağlattırdı. Ben de derim: Madem o mübarek
medresede küçük ve büyük çok Said'ler var; ihtiyar, âciz, vazifesi bitmiş bir Said noksan olsa, ehemmiyeti yok. Hayat-ı bâ
sh: » (E: 124)
kiyede madem beraberiz, bir muvakkat müfarakat olsa
da, sizi müteessir etmesin.
Râbian:
Hâkim-i âdilden sonra en ziyade hakikî adalete çalışıp Risale-i Nur'un serbestiyetine hizmet eden م ح ر م en hâlis şakirdler içinde ve benim öz kardeşim ve birinci talebem Molla Mehmed ismiyle onun namı, dualarımda ve manevî kazançlarımda beraberdirler.
Hâmisen:
Bu saatte Konya'lı Sabri de; -Halil İbrahim ve Hasan Feyzi tarzında vasiyetnamem münasebetiyle- kısa fakat güzel bir kaside yazmış, üstadına çok ziyade kıymet vermiş. Kendi hüsn-ü zannının
parlak âyinesinde, bu bîçare kardeşine
fevkalâde ehemmiyet vermiş. Ve oranın âlimleri pek ciddî Nur'a çalışmalarını yazıyor.
Ben
de derim: O üstad namı verdiği ve çok kıymet verdiği şahıs
ise, Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsi olabilir. Ben de onun namına
kabul ettim, Lâhika'ya geçirdim; hem size de bir suretini gönderdim.
Merak
etmeyiniz, hastalığım gittikçe hafifleşiyor. Isparta'lı Mustafa namında bir kardeşimizin samimî, fakat garib bir
mektubu içinde vardı. Bu zât hangi Mustafa'dır, bilemedim. Ona da çok selâm ederim. Acib rü'yası hayırdır, şimdi tabir edemem.
Umum
kardeş ve hemşirelerimize birer birer selâm ve
dua ederiz, makbul dualarını
isteriz.
Hasan
Feyzi'nin güzel kasidesini, bazı kelimeleri ilâve ile Lâhika'ya
geçirdik ve size de gönderdik.
Said Nursî
* * *
Çok aziz, çok sıddık ve
sadık kardeşlerim ve Risale-i Nur cihetinde
emin ve hâlis vârislerim!
Çok manidar ve kuvvetli bir tevafuk ve şakirdlerin
sadakatlarına delil, bir zâhir keramet-i
Nuriyeyi beyan etmeme bir ihtar aldım. Şöyle ki:
sh: » (E: 125)
Ben
vasiyetnamemi yazdığım aynı zamanda, gizli münafıklar, benim itimad ettiğim hizmetçilerimi zabıta tarafından yanıma gelmekten men'ettikleri aynı vakitte, fırsat bulup, tanımadığım birisiyle, sâbık dokuz defadan daha tesirli bir zehir bana yutturdular.
Hem
aynı zamanda, Tunus'lu ve âlim kardeşlerimizden ve buraya kadar geçen sene beni görmek için gelip görüşmeden
giden Hoca Haşmet, Yozgat'tan buraya yazıyor ki: "Said vefat etmiş,
Risale-i Nur'un yüzotuz risalesi muhafaza edilsin. Tâ ki, ileride tab'edeceğiz."
Hem
aynı zamanda Halil İbrahim'in
vefatım hakkında bir hazîn mersiye hükmündeki
parlak mektubu, şakirdleri ağlattırdı.
Hem
bu zamana pek yakın, Hüsrev'in, kendi âdetine
muhalif benim vefatıma dair bir-iki mektubunda,
iki-üç gün ömür gibi tabirlerle ecelime işaretleri, bir parça beni müteessir etti. Acaba ben gidiyorum diye endişe ettim.
Hem
bu aynı hengâmlarda, en ziyade hayat-ı dünyeviyedeki vazifemi düşünüp vefatımdan sonra şakirdler bu dehşetli zamanda benim bedelime de o vazifeyi yapacaklar mı diye çok merak ederken; birden Denizli, Milas, Isparta, İnebolu, ümidimin yüz derece fevkinde ve öyle
bir sahabetkârane ve iltizamperverane o vazifeye koşup başkaları da ve muallim ve âlimleri koşturdular
ki, beni hayret hayret içinde bıraktılar.
Elhasıl: Bu beş cihetteki tevafuk, zâhir bir
keramet-i Nuriyedir. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى
Kardeşlerim! Merak etmeyiniz, Cevşen ve
Evrad-ı Bahaiye bu defa dahi o dehşetli zehirin tehlikesine galebe etti; tehlike devresi geçti, fakat
hastalık devam ediyor.
Umum
kardeşlerime birer birer selâm ve selâmetlerine dua edip, şübhesiz makbul olan dualarını
isterim. Ve İnebolu'da ve civarında hem çok hanımların, hem küçük yavrularının
Risale-i Nur'u yazmağa başlamalarını ve
Kur'an dersini çok masumların almasını bütün ruh u canımla tebrik ederiz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Duanıza muhtaç kardeşiniz
Said Nursî
* * *
sh: » (E: 126)
Kardeşlerim!
Siz
müteessir olmayınız,
hem merak etmeyiniz. Yalnız, dua ile bana yardım
ediniz. Çünki birkaç gündür sol kolum çok ağrıyor, gece rahatsız
ediyor. Kimseyi yanıma bırakmadığımdan, oda içindeki zarurî işlerimi
zahmetle yapabilirim. Zannederim eskiden beri bende bulunan kulunç illetinin
bir şubesidir ki; buranın mizacıma çok dokunan maddî havası ve kışı, o insafsızların evhamı, tazyikatları ve
manevî kışı, damarıma dokunur. Âdeta bir
yarım nüzul isabeti gibi ızdırab çektim. Fakat lillahilhamd sizin makbul dualarınız, o tehlikeyi de hafif bir surete çevirdi. İnşâallah o suret de geçer; çok sevablı faidesi, yerinde kalır.
Kardeşlerim! Salahaddin'in yazısına göre, o havalide dahi Asâ-yı Musa
Mecmuası çok faaliyettedir, fütuhat yapıyor. Demek o tarafta o çok ehemmiyetli vazife-i Nuriyeyi yapıyor. Yüzbin elhamdülillah, yazanlara da yüz mâşâallah, bârekâllah!
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ:
Hadsiz şükür olsun ki; Isparta, tam bir Medreset-üz Zehra ve
Câmi-ül Ezher olacağını ve olmaya başladığını, kahraman talebelerinin bu ağır şerait altında sarsılmadan faaliyetleri isbat ediyor. Diyanetçe ve Kur'an ve
Risale-i Nur'a müştakane çalışmaları, hattâ Aliköyü'nde,
Ali'lerin gayretiyle çok çocukların talebeliğe girmeleri ve diğer bir köyün umum gençleri gecede Kur'ana çalışmaları ve câmiler cemaatle dolmaları, Nur şakirdlerinin çektikleri bütün sıkıntıları hiçe indiriyor.
Sâniyen:
Fevkalâde sadakat ve alâka taşıyan Halil İbrahim'in bu dördüncü şehnamesi, benim Nur'a hâdimliğim noktasında haddimin pek fevkindeki tarifnamesi gerçi çok
güzeldir; fakat Risale-i Nur'dan ziyade benim şahsıma baktığı cihetiyle, şimdilik
size göndermedim, ta'dilden sonra gönderilecek. Hem ona, hem onun rüfekalarına
bilhassa selâm ederiz.
Sâlisen:
Siz bana karşı sû'-i kasdlara merak etmeyiniz, belki bir cihette memnun
olunuz ki; Risale-i Nur ve şakirdleri yerinde, benim cüz'î ve vazifesi bitmiş olan şahsıma hücum ediyorlar, tazib ederler. Bugünlerde buranın büyük memurları,
sh: » (E: 127)
çekinmeyerek bazılara demiş: "Said'in vücudu ortadan kalkmalı" hâdisesi var. İşte gizli düşmanlarım, bunun gibi, bu fikirlerinden istifade ederek, mutemed
hizmetçilerimi dağıtmakla fırsat bulup beni zehirlediler. Ve bu gibi memurlardan
kuvvet alıyorlar. Fakat hıfz u
inayet-i İlahiye, bu sû'-i kasdleri de akîm bıraktı. İnşâallah daima inayet himayet edecek, bütün plânlarını akîm bıraktı, bırakacak.
* * *
Dâhiliye Vekili ile hasbihalden bir parçadır
Hiçbir
tarihte ve zemin yüzünde emsali vuku' bulmayan bir zulme ve on vecihle kanunsuz
bir gadre ve tazyike hedef olmuşum. Şöyle ki:
Hem şiddetli sû'-i kasd eseri olarak zehirlenmeden hasta; hem gayet zaîf, yetmişbir yaşında ihtiyar; hem kimsesiz, acınacak bir gurbette; hem sako, hem fanila ve pabucunu satmakla maişetini temin eden fakir-ül hal; hem yirmibeş sene
münzevi olmasından, binden ancak tam sadık bir adam
ile görüşebilen bir merdümgiriz, mütevahhiş; hem yirmi sene hayatını ve eserlerini üç mahkeme ve Ankara ehl-i vukufu inceden
inceye tedkikten sonra bil'ittifak beraetine ve eserleri vatana, millete zararsız olarak menfaatli olmasına karar verilmiş bir
masum; hem eski harb-i umumîde ehemmiyetli hizmet etmiş bir evlâd-ı vatan; hem şimdi bu
milleti, bu vatanı anarşilikten ve ecnebi ifsadlarından
kurtarmak için, meydandaki tesirli âsârıyla
bütün kuvvetiyle çalışan bir hamiyetperver; ve mahkemede yetmiş şahidle isbat edildiği gibi, yirmibeş senede
bir gazeteyi okumayan, merak etmeyen ve yedi sene harb-i umumîye bakmayan,
sormayan, bilmeyen ve eserlerinde kuvvetli delillerle siyasetten bütün bütün
alâkasını kestiğini isbat eden ve dünyanıza karışmadığını adliyeleriniz resmen itiraf ettiği bir zararsız adam; hem âhiretine ve ihlasına zarar gelmemek için şiddetle teveccüh-ü ammeden kaçan ve kardeşlerinin onun hakkındaki hüsn-ü zanlarından ve
medihlerinden çekinen, beğenmeyen bu bîçare Said'e; başta Dâhiliye Vekili olan sen, Afyon Valisini ve Emirdağ zabıtasını musallat edip, her gün bir ay haps-i münferid azabını çektirmek ve tecrid-i mutlak içinde tek başıyla bir haps-i münferidde durmağa mecbur
etmek, hangi maslahatınız iktiza eder? Hangi kanun bu dehşetli gadre müsaade eder diye, hukuk-u
sh: » (E: 128)
umumiyeyi muhafaza eden adliyenin yüksek dairesi vasıtasıyla Dâhiliye Vekili'ne beyan ediyorum.
Zulmen bütün hukuk-u medeniyeden ve insaniyeden ve yaşamak hakkından mahrum edilen
Said Nursî
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim ve benim hakkımda bu
gurbette samimî akrabalarım Osman, Mehmed, Hasan Efendiler!
Sizin
hâlisane bana ve Risale-i Nur'a karşı hiç
unutulmayacak hizmetinize bir mükâfat-ı âcile
olarak Hasan Feyzi ve sair talebelerin, Çalışkan Hanedanına karşı fevkalâde teveccühleri ve umum memlekette sizin şerefinizi neşretmeleri ve ehl-i hakikatı size
dost yapmakları cihetiyle, benden ziyade Risale-i Nur ve şakirdlerini himaye ve muhafaza etmek ve ehl-i siyasetin ve beni zehirleyen
düşmanlarımın desiselerinden kurtarmak için gayet derecede bir
ihtiyat, tam bir sadakat ve benim yerimde tam bir dikkat ile mükellefsiniz.
Yoksa az bir hata, yalnız bana değil, belki binler masum şakirdlere
ve şimdi parlayan şerefinize
dokunacak. Benim vaziyetim ve verilen sıkıntılar altı vecihle kanunsuz olmasından,
ileride mes'uliyetten kurtarmak için insafsız ve
kanunsuz beni tazib edenler, kendilerine bir bahane, bir vesile arıyorlar. Pek çok dikkatli olmanız lâzımdır.
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ:
Bir-iki gün evvel hasbihalin bir parçası size gönderilmiş. Tâ, siz onu esas tutup, lüzum olduğu zaman ya istida veya o vekile ve mahkemeye vermek veya başka makamata o parça ile müracaat etmek ve kardeşlerimiz dahi o esas üzerine kendilerini münafıklara
karşı müdafaa etmek için size
sh: » (E: 129)
gönderilmiş. Demek, şimdiye kadar bana garazla işkenceli
sıkıntıları verdiren, en başta o imiş. Her ne ise.. siz meşveretle ne lâzımsa
yaparsınız. Fakat ihtiyatla, telaşsız, velveleye vermemek lâzım.
Sâniyen:
Bu defa görüşmediğim buranın korkak müftüsü vasıtasıyla, Hulusi'nin Kars'tan bir mektubunu biraderzadem Nihad'ın mektubuyla aldım. Elhak o kardeşimiz,
daima fevkalâde sadakatını ve Nurlara kuvvetli alâkasını muhafaza ediyor. Manidar bir tevafuktur ki, bilmediğim halde, Nihad'ın orada bulunması
ihtimaliyle, Sabri'ye ait fıkrada demiştim ki: Nihad Kars'ta ise, Hulusi ile görüşür mealinde burada söylediğim ve sonra size yazdığım aynı zamanda, o ikisi şimdiye
kadar sükût ettikleri halde, beraber bana mektub yazıyorlar.
Sâlisen:
Re'fet kardeşimizin kemal-i sadakat ve alâkasını ve Hulusi gibi Nurların bir
kumandanı olduğunu gösteren mektubu, Hulusi'nin mektubunu aldığım zamanına tevafuku, latif ve sürurlu oldu. O ikisi Lâhika'ya
girsin ve Re'fet'in masumlara Kur'an okutması ve
kendisi Lem'alar ile, yazmak ve okumakla meşgul
olması ve benim hastalığımın şifasına o masumlarla dua etmeleri, bir merhem gibi hastalığıma ferah ve hiffet verdi.
Ve
râbian: Yazıda merhum Âsım'a benzeyen Yakub Cemal'in hayatta olduğunu ve hayatta ise Nurlar ile, o güzel kalemi ile hizmet ediyor mu bilemediğim için, çok defa hazînane ve müteessifane düşünüyordum.
Hadsiz şükür olsun ki; hem hayatta, hem Nurlarla hizmette, hem
sadakatta olduğunu gösteren bir mektubunu aldım,
elhamdülillah dedim.
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Yüz
defadan ziyade, gayet kıymetli bir hakikat-ı imaniye
bana görünüyor. Te'lif zamanı tamam
olması hikmetiyle, ne kadar çalıştım, o çok ehemmiyetli hakikatı avlayamadım. Vâzıhan ifade ve ihsas etmek için bekledim, muvaffak olamadım. Şimdi gayet kısa bir işaretle, o çok geniş ve çok
uzun hakikattan kısacık bahsedeceğim:
sh: » (E: 130)
اِنَّ اللّهَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلَى صُورَةِ الرَّحْمنِ
hadîsi; hem cevami-ül kelimden, hem müteşabih
hadîslerdendir. Pek büyük ve küllî nüktesi, benim kalbime, Hülâsat-ül Hülâsa
ile Cevşen-ül Kebir'i okuduğum vakit
zâhir oldu. Ben de o acib ve çok güzel nükteyi kaçırmamak için, şifreler, işaretler nev'inden Hülâsat-ül Hülâsa'nın onyedinci mertebesi olan "Kur'an lisanıyla şehadet" ve onsekizinci mertebesi olan "kâinat lisanıyla şehadet" ortasında o şifreli işaretleri şöyle koydum:
لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ الْوَاجِبُ الْوُجوُدِ الْوَاحِدُ اْلاَحَدُ
بِلِسَانِ الْحَقِيقَةِ اْلاِنْسَانِيَّةِ بِكَلِمَاتِ حَيَاتِهَاوَ
حِسِّيَّاتِهَاوَ سَجِيَّاتِهَا وَ مِقْيَاسِيَّتِهَا وَ مِرْآتِيَّتِهَا وَ
بِكَلِمَاتِ صِفَاتِهَا وَ اَخْلاَقِهَا وَ خِلاَفَتِهَا وَ فِهْرِسْتِيَّتِهَا وَ
اَنَانِيَّتِهَا وَ بِكَلِمَاتِ مَخْلُوقِيَّتِهَا الْجَامِعَةِ وَ
عُبُودِيَّتِهَا الْمُتَنَوِّعَةِ وَ اِحْتِيَاجَاتِهَا الْكَثِيرَةِ وَ فَقْرِهَا
وَ عَجْزِهَا وَ نَقْصِهَا الْغَيْرِ الْمَحْدُودَةِ وَ اِسْتِعْدَادَاتِهَا
الْغَيْرِ الْمَحْصُورَةِ {
İşte bu kısa şifreyi, yine gayet muhtasar bir şifre ile tercüme ve izah edeceğim. Bunu
Hülâsat-ül Hülâsa'ya bir haşiye yapınız.
Evet
ben, Hülâsat-ül Hülâsa'yı okuduğum zaman, koca kâinat, nazarımda bir halka-i zikir oluyor. Fakat her nev'in lisanı çok geniş olmasından, fikir yoluyla sıfât ve
esma-i İlahiyeyi ilmelyakîn ile iz'an etmek için akıl çok çabalıyor, sonra tam görür.
Hakikat-ı insaniyeye baktığı vakit,
o câmi' mikyasta, o küçük haritacıkta, o doğru nümunecikte, o hassas mizancıkta, o enaniyet hassasiyetinde öyle
kat'î ve şuhudî ve iz'anî bir vicdan, bir itminan, bir iman ile o sıfât ve esmayı tasdik eder. Hem çok kolay, hem hazır yanındaki âyinesinde, hiç uzun bir seyahat-ı fikriyeye muhtaç olmadan iman-ı
tahkikîyi kazanır ve اِنَّ اللّهَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلَى
صُورَةِ الرَّحْمنِ hakikî bir manasını anlar. Çünki Cenab-ı Hak hakkında suret muhal olmasından,
suretten murad sîrettir, ahlâk ve
sh: » (E: 131)
sıfâttır.
Evet nasılki ehl-i tarîkat, seyr-i enfüsî ve âfâkî ile marifet-i İlahiyede iki yol ile gitmişler ve en kısa ve kolayı ve kuvvetli ve itminanlı yolunu
enfüsîde, yani kalbinde zikr-i hafiyy-i kalble bulmuşlar. Aynen öyle de: Yüksek ehl-i hakikat dahi, marifet ve tasavvur değil, belki ondan çok âlî ve kıymetli olan iman ve tasdikte, iki cadde ile hareket etmişler:
Biri:
Kitab-ı kâinatı mütalaa ile, Âyet-ül
Kübra ve Hizb-ün Nuriye ve Hülâsat-ül Hülâsa gibi âfâka bakmaktır.
Diğeri: Ve en kuvvetli ve hakkalyakîn derecesinde vicdanî ve hissî, bir derece
şuhudî olan hakikat-ı
insaniye haritasını ve enaniyet-i beşeriye
fihristesini ve mahiyet-i nefsiyesini mütalaa ile, imanın şübhesiz ve vesvesesiz mertebesine çıkmaktır ki; sırr-ı akrebiyete ve veraset-i nübüvvete bakar. Ve enfüsî
tefekkür-ü imanî hakikatının bir parçası,
Otuzuncu Söz'ün ve "ene ve enaniyet"te ve Otuzüçüncü
Mektub'un Hayat Penceresinde ve İnsan Penceresinde ve bazı
parçaları da sair ecza-yı
Nuriyede bir derece beyan edilmiş.
Bunu hem
Lâhika'ya, hem Sikke-i Gaybiye'ye, hem Hülâsa'nın
âhirine yazılsın.
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Halimin
müsaadesizliği için müteaddid mektublarınıza bir tek perişan mektubumla cevab verdiğimden
gücenmeyiniz.
Evvelâ:
Gizli düşmanlarımız hükûmetin ehemmiyetli ve birkaç vazifedarlarını elde edip beni tazyikatla, Menemen ve Şeyh Said hâdisesi
gibi bir hâdise çıkarmak için bütün kuvvetiyle en hassas damarlarıma dokunduracak tarzda her desiseyi istimal ettiler. Gördüler ki Eski Said yok, yenisi ise her şeye tahammül
ediyor, o plânı sair sû'-i kasdlere ezcümle zehir vermeye tebdil
ettiler. Hıfz-ı İlahî onu da akîm bıraktı. Şimdi o münafıklar resmen hükûmetin nüfuzunu, benden halkları ürkütmek ve vazgeçirmek için burada dehşetli bir
propaganda ile istimal ediyorlar. Fakat siz hiç telaş etmeyiniz. İnayet-i Rabbaniye devam eder. Gittikçe fütuhat-ı Nuriye tevessü' ediyor.
Sâniyen:
Bu defa Hasan Feyzi'nin ve bir hafta evvel Halil
sh: » (E: 132)
İbrahim'in şahsıma karşı fevkalâde hüsn-ü zan ile mersiyeleri ve samimî ve hazîn
vedanameleri, az ta'dil ile üç sebeb için kabul edildi:
Birincisi:
Onlar, şahsıma değil, belki Kur'an ve imana ve Nurlara hâdimliğim ve o vazife-i kudsiyeye bakıp yazmışlar.
İkincisi: Onların ve onlar temsil ettikleri o civardaki hâlis kardeşlerimizin ve haddimin çok fevkindeki tarifatlarını, bir nevi samimî dua ve ulvî bir tefe'ül ve yüksek bir
arzu-yu hayır ve istidadlarının ve itikadlarının ve Nurlara pek ciddî alâkalarının bir in'ikası olmasıdır.
Üçüncüsü: Ben onların nazarında Risale-i Nur ve şakirdlerdeki
şahs-ı manevîsinin mümessili ve nümunesi olmam cihetiyle, onların sebeb-i teşvikleri olan o hârika hüsn-ü zanlarını ve kuvve-i maneviyelerini kırmak, maslahat değildir. O ikisine ve arkadaşlarına, hususan Ahmed Feyzi ve Denizli hapsindeki kardeşlerimize ve hakkımızda adalete çalışanlara
binler selâm.
Sâlisen:
Çok defa benim sıkıntılarıma bir merhem hükmüne geçmiş ve yanımdaki sakladığım kahraman Hüsrev'in çok mektubları ve onların her birinden birer ehemmiyetli fıkrayı alıp mecmuunu Lâhika'ya geçirmek için zaman bulamıyorum. İnşâallah bir istirahat zamanında
tedkik edeceğim. Ahmed Nazif'in İnebolu
talebeleri namına yazdığı ve Halil İbrahim'in ağlatıcı mersiyesinden iştiraklerini
gösteren mektubu, benim o havalideki sebatkâr kardeşlerim hakkında endişelerimi izale eyledi. Cenab-ı Hak onlardan razı olsun.
Râbian: Çoban İsa Köyü'nde Ahmed'in mektubunda isimleri bulunan eski ve yeni
kardeşlerimizin Risale-i Nur'a çalışmaları ve çocukları da
Kur'ana ve Nurlara çalıştırmaları, bu vakitte Nurlara büyük bir hizmettir. Cenab-ı Hak onları muvaffak eylesin, âmîn!
Hâmisen:
Münafık düşmanlarımın maddî ve manevî zehirlerine karşı gerçi Cevşen ve Evrad-ı
Kudsiye-i Şah-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle
kurtardılar; fakat maatteessüf asabımda ve
sinirlerimde ve hassasiyetimde, o zulümden öyle şiddetli bir tesir, bir heyecan, bir teellüm, bir teneffür gelmiş ki; en samimî dostumu ve tam sadık bir
kardeşimi bir saat yanımda
tahammül edemiyorum, ruhum kaldırmıyor. Hattâ biri bana baksa da sıkılıyorum. Eskide bende biraz bulunan merdümgirizlik hastalığı, o zalimlerin gaddarane sıkıntılarıyla ve tarassudlarıyla
bende çok şiddetlenmiş. Güya ölmeden evvel hayat-ı
içtimaiye cihetinde ölmüşüm ki; bu hakikat ve bu sır için
hakkımda, has kardeşlerim
vefat mersiyelerini yazıyorlar.
Hem
buranın havası, benim asabıma pek
çok dokunuyor. Bu
sh: » (E: 133)
kışın bir günü, Denizli hapsinin o geçirdiğimiz kış kadar bana ağır geliyor, beni üzüyor.
Evet nasıl göz, bir saçı kaldırmıyor; aynen öyle de, şimdiki ruhum ve o durum, bir saç kadar sıkletten, ağırlıktan müteessir olduğu halde,
Risale-i Nur'un ve şakirdlerinin selâmetlerine, onların bedellerine ve yerlerinde dağ gibi ağır tazyikat ve sıkıntıları memnuniyetle o ruh omuza çeker, tahammül eder ve şâkirane sabreder diye size kat'iyen haber veriyorum. Fakat madem acz u za'fım ve teessüratım çok ziyadedir; has kardeşlerim
beni medihlerle yüklerimi ağırlaştırmağa bedel, dualarıyla ve şefkatleriyle ve himmetleriyle ve acımalarıyla yardım edip, yükümü hafifleştirmek
lâzımdır. İnayet-i Rabbaniyenin bir cilvesidir ki; bu şiddetli merdümgirizlik hastalığıyla, zalimlerin tecrid-i mutlaklarını hiçe indiriyor.. beni tazib etmiyor, bir cihette memnun
ediyor.
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim, bu dehşetli asırda mükemmel tesellilerim ve vârislerim!
Sizin
fevkalâde sa'y ü gayretiniz Isparta ve civarını bir geniş Medreset-üz Zehra'ya ve bir Câmi-ül Ezher'e çevirdiğine bir delil de, bu defa matbaacıları da hayrette bırakan yazdıklarınız Asâ-yı Musa mecmuasından
yirmiden ziyade mükemmel tevafuklu nüshalarını bu yarım ümmî kardeşinize göndermenizdir. Cenab-ı Erhamürrâhimîn sizlere, yazanlara ve yardım edenlere herbir harfine mukabil bin rahmet eylesin ve binler meyve-i
Cennet ihsan etsin ve yüzer hasenat defter-i a'malinizde yazdırsın, âmîn âmîn âmîn!
Ben
onlara baktım, kalbime geldi ki: Bu kahramanların şimdi de bir mükâfatları yok mu?
Birden
ihtar edildi ki: Onlar, bu mecmuayı
yazmakla feylesofları susturan, imana getiren kuvvetli bir ders-i imanîyi en
evvel kendi kendine tam okuyorlar, manevî bir hazine kazanıyorlar. Hem onların nüshaları, pek çokların
imanlarını kurtaracaklar veya imana gelecekler. Bir hadîste vardır ki: "Bir tek adam seninle imana gelse, sahra dolusu kırmızı koyundan daha hayırlıdır." Hem onlar, bu mübarek kalemleriyle, eski zamanda
İslâmiyet'in büyük mücahid kahramanlarının kılınçlarının kudsî hizmetlerini görüyorlar.
Elbette istikbal, onları ve Nurcuları çok alkışlayacak.
sh: » (E: 134) Sâniyen:
Asâ-yı Musa mecmuasının başında, bu gelen ve çizgi ile işaret edilen fıkra yazılsa münasibdir. İsteyen,
bu mektubun başındaki kısmını da beraber yazabilir.
İmam-ı Ali Radıyallahü Anh "Celcelutiye"sinde pek kuvvetli ve
sarahata yakın bir tarzda Risale-i Nur'dan ve ehemmiyetli
risalelerinden aynı numara ile haber verdiğini,
Yirmisekizinci Lem'a ile Sekizinci Şua tam isbat etmişler. İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, Risale-i Nur'un en son risalesini
Celcelutiye'de وَ اسْمُ عَصَا مُوسَى
بِهِ الظُّلْمَتُ انْجَلَتْ fıkrasıyla haber veriyor. Biz bir-iki sene evvel Âyet-ül
Kübra'yı en son zannetmiştik.
Halbuki şimdi altmışdörtte te'lifçe Risale-i Nur'un tamam olması ve bu cümle-i Aleviyenin mealini, yani karanlığı dağıtacak, asâ-yı Musa
(A.S.) gibi ışık verecek, sihirleri ibtal edecek bir risaleden haber
vermesi; ve bu mecmuanın "Meyve" kısmı bir müdafaa hükmüne geçip başımıza çöken dehşetli, zulümlü zulmetleri dağıttığı gibi; "Hüccetler" kısmı da, Nurlara karşı cephe alan felsefe karanlıklarını izale edip Ankara ehl-i vukufunu teslime ve tahsine
mecbur etmesi ve istikbalde zulmetleri dağıtacak
çok emareler bulunması ve Asâ-yı Musa (Aleyhisselâm'ın) bir
taşta oniki çeşme akıtmasına ve onbir mu'cizeye medar olmasına mukabil ve müşabih bu son mecmua dahi, "Meyve" onbir
mes'ele-i nuraniyesi ve "Hüccetullah-il Baliga" kısmı onbir hüccet-i katıası bulunması cihetinde bize kanaat verdi ki: İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, o fıkra ile
doğrudan doğruya bu Asâ-yı Musa
ismindeki mecmuaya bakar ve ondan tahsinkârane haber verir.
Sâlisen:
Nur santralı ve Yirmiyedinci Mektub'da çok ehemmiyetli fıkraları bulunan Sabri'nin bu defaki mersiyesini Lâhika'ya
geçirdik ve size de gönderdik. Ve çalışkan
mübareklerden ve Nurların neşrine çok hizmet eden Hâfız
Mustafa'nın yedi yaşında iken Altıncı Şua'ı ve bana bir mektub yazan tam mübarek, masum mahdumu;
burada, masumlar içinde Nurlara bir iştiyak
uyandıracak. Onun namı, Said
Nurî olmalı; Nursî köydür, manasız olur. (Sin) olmasın, yalnız (ye) olsun; tâ Nurlara alâkasını göstersin. Daha çok şeyler
yazacaktım, fakat başımda çok vazifeler ve işler
bulunmasından kısa kesmeğe mecbur oldum.
Said Nursî
* * *
sh: » (E: 135)
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: İkinci vazife "Mu'cizat Mecmuası"na
birinci vazifeyi bitirenler başlamalarını müjde vermeniz, sizleri bu hizmet-i imaniyede bana
hakikî kardeş veren Erhamürrâhimîn, beni hadsiz şükre sevkeyledi. Hatt-ı Kur'anî lehinde birincisinin bir kerameti, merkezde
hatt-ı Kur'anînin bir kursu açılması olduğu gibi; inşâallah ikincisi, daha mu'cizane bir keramet gösterecek.
Sâniyen:
Konya'lı Sabri sizin vasıtanız ile benimle muhabere etse, daha maslahattır ve
münasibdir. Çünki ekserce siz benim bedelime istediğini yapabilirsiniz. Meselâ; tashihat için oradaki âlimler tam yardım edebildikleri için, orada tashihat yapılsın, etsinler. Siz benim tashihimden geçmiş bazı nüshaları, onlara gönderirsiniz. Hakikaten tashih mes'elesi ehemmiyetlidir.
Bazan bir harfin ve bir noktanın yanlışı, kıymetli bir manayı zayi'
eder. En evvel, yazanlar bir kerre güzelce mukabele etsinler. Sonra tashihçi
adamlara ve bana versinler. Mâşâallah, bu defa bana gelen Asâ-yı Musa mecmualarında hem yanlışlar azdır, hem bir derece tashih edilmiş. Cenab-ı Hak hem yazanlardan, hem tashihçilerden ebeden razı olsun, âmîn.
Sâlisen:
Yozgat'ta oturan, Risale-i Nur'la alâkadar Tunus'lu Hoca Haşmet, evvelce vefatımı, sonra hayatta olduğumu işitip buraya samimî iki mektub yazmış; ona
benim tarafımdan selâm gönderiniz.
Râbian:
Rüşdü'nün çok defadır hususî
selâm eden kahraman biraderi Burhan -eskiden beri- ümmîliğiyle beraber, Nurlara lüzumlu zamanlarda ehemmiyetli hizmetleri için, onu
da haslar sırasında her gün ismiyle kazançlarımızda hissedar ediyoruz.
Manidar
bir tevafuktur ki; ben, Hüsrev'in ve Sabri'nin mektubları gelmemesinden küllî endişelerimi yazarken, aynı zamanda
me'mulümün haricinde en cem'iyetli ve bütün o endişelerimi izale eden müteaddid mektubları kapıya geldi.
Umum
kardeşlerime selâm.
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim ve ebed ve hak yolunda hakikatlı arkadaşlarım!
Kastamonu
efelerinden ve Nur'un kahramanlarından ve Safranbolu fedakârlarından size oradan buraya gelen hususî mektublarına hususî cevab vermeğe müstehak ve lâyıktırlar. Fakat halim,
sh: » (E: 136)
vaktim müsaade etmediğinden,
vasıtanızla bir kısa cevab verdiğime
gücenmesinler. Evvelâ: Hilmi, İhsan, Emin'in, Taşköprü'lü Sadık'ın mektubları, beni çok mesrur eyledi. Hakikaten bu kardeşlerimiz, hapishanede dokuz ayda dokuz sene kadar hizmet-i Nuriyeyi yaparak
Isparta kahramanlarıyla omuz omuza geldiler. Ben, onların hem istirahatıma, hem hapisteki arkadaşlarımızın ittifaklarına ve
yeni Nurların hizmetine tam çalışmalarını hiçbir vakit unutmayacağım.
Cenab-ı Hak onlardan ve sizden ebeden razı olsun. Ben hayalen, çok defa eski zamana ve Kastamonu'daki ve Barla'daki
malûm yerlere ve seyrangâhlara şevkle gidiyorum. Oralarda oturup ağlıyorum. O enîslerimi hayalen görüyorum.
Kahraman
Sadık'ın kuvvetli ifadesine ve güzel yazısına benzeyen bir kısa
mektubda, Safranbolu şakirdlerinin selâmını da, Mustafa Osman ve Hıfzı (R.H.) yazıyor. Şübhelendim, acaba Sadık oraya
gelmiş, yoksa onlar oraya gitmişler veya
başka Sadık namında bir kardeşimiz
midir?
Barla sıddıkları Nurların yazmasına tam çalışmaları, herkesten evvel onların
vazifeleridir. Çünki Barla, birinci medrese-i Nuriye şerefini kazanmasından, o mübarek medreseyi talebesiz bırakmak caiz değil. İnşâallah tekrar şenlenecek.
Çalışanlara bârekâllah deriz. Cenab-ı Hak tevfik versin, âmîn.
Sâniyen:
Safranbolu'nun sadık şakirdlerinden Osman ve Ahmed'in iki mektubları, onların fevkalâde sadakat ve Nurlara alâkadarlıklarını gösteriyor. Mâşâallah,
Osman az zamanda hem Kur'anı ders almış, hem Nurları yazmış, şimdi de Asâ-yı Musa'yı yazıyor. Fedakâr Mustafa Osman ve Hıfzı'ya tam bir kardeş ve
Ahmed dahi tam alâkadardır. Mektubunda imlâsı noksan
olmasından dediğini bilemedim. Onlara, Safranbolu'da ve Kastamonu ve
civarındaki kardeşlerime çok selâm ve dua ederiz, dualarını isteriz. Medreset-üz Zehra'daki Isparta ve civarı umum kardeşlerimize birer birer selâm ve selâmetlerine dua ederiz.
Said Nursî
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ:
Bir-iki hafta Hüsrev'in kalemiyle mektubunu almadığımdan ve
Konya'ya gönderdiğim mecmuaların cevabı gelmediğinden ve bir vekil-i dâhiliye başta olarak, düşmanlarımız anarşistlerle beraber beni emsalsiz tazyiklerinden ve buradaki
sh: » (E: 137)
münafıklar bazı safdil dostlarımızdan hem Eskişehir'e, hem Konya'ya kitablar gönderdiğimi ve Asâ-yı Musa
mecmualarını aldığımı haber almalarından
endişeler ederken, birden hiç emsali görülmemiş bir buçuk metre kar ve dehşetli fırtına ve soğuk bu mevsimde gelmesi; bir hiddet, bir gazab; dört defa zelzeleler ve geçen sene yağmursuzluk
gibi, Risale-i Nur ve şakirdleriyle münasebetdar olabilir diye sordum: "Bu
bela umumîdir, yoksa Afyon ve Eskişehir
Vilayetlerine mi mahsustur?" Dediler ki: "O iki vilayete
mahsustur." Ben de, Elhamdülillah dedim. Demek Risale-i Nur'a ve şakirdlerine umumî bir taarruz yoktur. Belki yalnız bana ve elimdeki Nurlara... Çok
güvendiğim Eskişehir, Denizli gibi bir Medrese-i Nuriye olacağını tahmin ettiğim
halde, Denizli'den on derece noksan kalmasının sebebi; onları da, Afyon ve Emirdağı gibi
ürkütmektir. Her ne ise, merak etmeyiniz; inşâallah
bu hâdise-i cevviye, aynı İstanbul mekteblerinin hâdisesi gibi, gizli masonları, niyet ettikleri yeni bir taarruzdan vazgeçirdi; inayet-i Rabbaniye himaye
ediyor.
Sâniyen:
Bu defa yedi-sekiz mektublarınızı aldım. Hususî cevablara halim, kalemim ve vaktim müsaade
etmediğinden gücenmeyiniz. Mehmed Feyzi ve Emin'in mektublarını, ilişmeden Lâhika'ya geçirdik. O ikisi, sekiz sene hususî
hizmetimde bulunmaları cihetiyle, haddimden çok ziyade tavsifatlarını bir nevi manevî dua ve sebeb-i teşvik ve kanaat bir hüsn-ü zan ve tercüman-ı Nur
haysiyetiyle üstadlarına bir alâmet-i sadakat ve bir vesika-i itikad ve
irtibattır diye ilişmedim. Ve Feyzi'nin merhume validesinin Risale-i Nur dersleriyle
güzel ve nuranî vefatı; Nurların, şakirdlerine sekerat vaktinde ve sıkıntılı zamanlarında imdada yetişmesine
bir parlak nümune olarak Lâhika'ya girmesi münasibdir.
Halil İbrahim'in bu defaki mektubunda kaza ve kader-i İlahî'den ne kadar? nedendir? diye çok suallerinin birden cevabı, bizlere mücahidane çok hasenat kazandıracak ve
Nurlara herkesin nazar-ı dikkatini celbetmekle umuma okutmaktır. Fakat bir derece kaza ve kadere itiraz manasını hayale getirdiği için, şimdilik Lâhika ile tamimi münasib olmaz. Ve mektubun âhirindeki, Cevşen-ül Kebir'den alınan fıkralar, dualar çok güzeldir.
Sâlisen:
Hüsrev'in mektubunda, Atabey'li Kötürüm Ali ve Eğirdir'li
Kâzım'ın Nurlara tam şevkle
hizmetleri, hattâ ruhanîleri de onları tebrike
ve tahsine sevkeder. Ve Aliköyü'nden bana mektub yazan ondört yaşındaki Mustafa Yeşil,
pederiyle hem Kur'ana, hem Nurlara hizmetleri ve üç Ali'lerin gayret ve
himmetleriyle o köy masumları Risale-i Nur'a çalışmaları; değil yalnız beni, belki umum Nur şakirdlerini
tahsine ve şükre sevkeder.
sh: » (E: 138)
Râbian:
Salahaddin -Abdurrahman- ve Feyzi'nin validesinin vefatı münasebetiyle yazdığı mektubun âhirindeki Feyzi'ye ta'ziyesi ve haşiyede benim ölümümü kabul etmemesi ve Gavs-ı Azam'ın bir kısım himayeti Asâ-yı Musa
Risalesi'ne geçmesi diye beni sürurlarla ağlattırdı ve Safranbolu kahramanları Mehmed
Feyzi ve Emin'in şehnamelerine iştirakleri
ve merkez-i hükûmette umumî bir arabî hattı ve
hurufu kursu açılması ve Asâ-yı Musa Risalesi'nin fütuhatına ve
kerametine alâmet olmasını müjdelemeleri, pek büyük bir inşirah vermesiyle bu kışın bütün çektiğim sıkıntıları hiçe indirdi.
Denizli
fedakâr çalışkanlarından Tavas'lı Molla
Mehmed'in sureten kısa, fakat manen uzun mektubunda, o dahi ölümüme razı olmuyor ve haddimden çok ziyade kıymet veriyor gördüm.
Hem ona,
hem hapiste görüştüğüm kardeşlerimize, hem Hasan Feyzi ve Hâfız Mustafa ve arkadaşlarına binler selâm...
Umum kardeşlere selâm eden, dualarınızın tiryak gibi tesirini gören
kardeşiniz
Said Nursî
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ:
Medrese-i Nuriyenin eski masumlarından Ahmed'in bu güzel ve hâlis fıkrasını umum Sava masumlarının ve kahramanlarının namına Lâhika'ya yazdık. Mâşâallah, Hacı Hâfız Mehmed'in tam ona benzer bir kıymetli hafidi olduğunu gösterdi.
Sâniyen:
Safranbolu'da Nur'un ehemmiyetli şakirdlerinden Hıfzı'nın iki masum mahdumları biri
on, biri de sekiz yaşlarında Asâ-yı Musa mecmuasını yazdıkları ve bitmek üzere diye o masumlar bana bir mektub yazmaları, beni fevkalâde sevindirdi.
Sâlisen:
Bu kışta bana verilen elîm sıkıntıların bir sebebi: Selanik'lilerin istibdad-ı mutlakları, serbest fırkalarla kırmasına yardımım olmasın diye beni herkesten tecrid ettiler. Risale-i Nur,
binlerle benim bedelime konuşuyor, küfr-ü irtidadı kırıyor, anarşiliği bozuyor.
* * *
sh: »
(E: 139)
Dâhiliye Vekili Hilmi Uran Bey'e Merhum Sâlih Yeşil tarafından yazılan mektubun sureti:
[Yazıları yanlış telakki ve tefsirlere uğratılmakla senelerden beri çenber içinde yaşatılan ve safi, samimî bir insan ve müslümanlıktan başka hiçbir maksadı bulunmayan Bediüzzaman Molla Said nam
masumun, ya bulunduğu yerde veya Ankara'ya nakil ile orada hayat ve huzurunun
muhafazası için sırf insaniyet namına yazılmış olan bu mahrem ricanameyi bizzât okumak nezaketinde
bulunur ve genç zamanında yaptığı, unutulan hizmetlerine mükâfaten ihtiyar halinde bu adamı serbest bir ölüm hayatına kavuşturmak lütfunu diriğ
buyurmazsanız, zât-ı keremkârlarına en
büyük hürmetlerimi sunar, minnetdarınız olurum.]
Molla
Said kimdir?
El'an
Afyon'un Emirdağı kazasında ikamete memur olan Molla Said, doğumundan itibaren Türk kardeşleri arasında yaşamış, Türk seciyesiyle perverde olmuş, umumî harbde Kafkas'ın karlı dağlarında kahraman askerlerimiz arasında gönüllü alay kumandanı olarak
mücahede ve irşad için dolaşıp büyük
bir harb madalyası almış, Sarıkamış taarruzunda, Bitlis'in sukutunda yaralı olduğu halde esir olup senelerce Rus garnizonlarında çile çekmiş, firar edip İstanbul'a
gelerek ilmî kudretine binaen Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye
a'zalığında bulunmuş, Kuva-yı Milliye ihdasında halkı mücahedeye teşvik etmiş; Büyük Millet Meclisi'nin ilk senesinde Ankara'ya
gelerek Hacı Bayram misafirhanesinde birçok mütereddid kimselere
vatanın müdafaası lüzumunu anlatmak hizmetinde bulunmuş olan, bu hakikî vatanperver insanın,
evvelce ibadete, imana, itikada müteallik yazdığı ve
yazagelmekte olduğu eserleri, din ve dindarları sevmeyen bazı kimselerin, hususuyla dâhiliye vekaletinde bulunmuş olan menfaatperest Şükrü Kaya'nın mezheb
ve rejimine uygun gelmemekle, asılsız isnad ve uydurma raporlarla bu zavallı adam, yirmi küsur seneden beri hapis ve nefiy cezalarıyla perişan edilmiş ve iki sene evvelisi yine o yazıları bahanesiyle Kastamonu'daki çilehanesinden kollarına kelepçe vurularak kendisine selâm vermiş olan
altmışaltı adamla Denizli Cezaevine sevk ve onbir ay kadar
hapsedildikten sonra, muzır telakki edilen o eserleri,
sh: » (E: 140)
evvelâ İstanbul müftülüğünde bir
heyet tarafından, bilâhare Ankara'da Diyanet Riyaseti ve Dil Tarih
Enstitüsü a'zalarından mürekkep bir komisyon marifetiyle aylarca tedkik
olunduktan sonra, bu eserlerin hiçbirisinde devletin siyasetini ve asayişi rencide edebilecek en ufacık bir şey görülmemekle, Molla Said ve Nur şakirdleri ve eserlerini okuyanlar, mahkeme kararıyla serbest bırakılmış ve Denizli'de oturmasına müsaade
olunmuş iken, maatteessüf bu ihtiyar adam, az zaman sonra
Denizli'den Afyon'a ve oradan da Emirdağı kazasına teb'id ve herhangi bir Türk kardeşiyle
dahi temastan men'edilmiş.
Sayın beyim! Cumhuriyet serbestiyetinden, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun hürriyetinden mahrum kalan bu zavallı ihtiyar adam, her suretle himayeye lâyık, bakılmağa muhtaç, akraba ve taallukatı olmayıp sırf bir İslâm hükûmetin himayesine muhtaç bir İslâm mütefekkiridir. Şâir-i meşhur Âkif Bey merhumun rivayetine nazaran, Mısır'ın en maruf ülemasından
olan ve garbın müteaddid lisan ve felsefesine aşina bulunan üstad-ı azam Abdülaziz Çaviş'in yirmi küsur sene evvelisi "El-Ehram Ceridesi"ndeki Said hakkında yazdığı "Fatîn-ül Asr" başlıklı makalesini okuyan ve kendisiyle bizzât görüşen ilim adamları, bu zâtın fıtraten ilmî kudretini ve İlahî
mesleğini takdir edebilirler.
Sayın beyim! Kürdlük sözüyle türlü hakarete hedef olan Molla Said, seciyeten
takdire şayan bir Türk âşıkı ve İslâmiyet hâdimidir. (Haşiye)
Bundan memleketimiz içtimaen zarar değil,
manen faide görecektir. Ben namus ve şerefim
namına şehadet ederim ki; Molla Said, kat'iyen temiz bir adamdır. Onun için, sizin gibi milletin dâhilen idare ve mukadderatına el koyan dirayetli zâtlardan insaniyet namına
temenniyatım şudur: Yanlış anlayışlı jurnalcilerin sözleriyle
hürriyet nimetinden, saf hava teneffüsünden, herhangi bir Türk kardeşiyle görüşmeden mahrum kalan bu adamı,
hükûmetin adaleti, makamınızın ehemmiyeti namına ve
adl ü ihsan kaziyesine tevfikan olsun, bu adam hakkında dahi adalet ve kendisiyle de hiç olmazsa bir defa olsun hüsn-ü niyetle
görüştükten sonra onun hakkında ibka
veya ifna kararını vermek lütfunda bulunursanız,
elbette ehemmiyetli vazifenizi kanun dairesinde îfa etmiş olacağınızdan dolayı tarihçe-i hayatınıza takdire değer bir fasıl derc buyurmuş,
adaletperverliğinizi halka ve âcizleri gibi bacağı kesilmiş, köşede kalmış hür fikirli vak'a-nüvislere duyurmuş olursunuz efendim.
____________________________
(Haşiye): Evet herbiri yüze mukabil binler Türk gençleri, masumları, ihtiyarları, Risale-i Nur'a şakird
olmalarından, bu acib asırda,
Türk Milletinin Devlet-i Abbasiye inkırazından İslâm yardımına koşmaları gibi, bu şakirdler dahi aynen koştular.
Değil yalnız Said, belki bütün ehl-i hakikat tahsin eder, Türk'e dost
olur.
sh: » (E: 141)
Milliyetini, memleketini candan seven; teninde, kanında, Kürdlük, Arnavutluk, Boşnaklık kanı kokusu olmayan, Erzurum'un eski milletvekillerinden,
bacağı kesik Yeşil oğlu Mehmed Sâlih
Muhterem
din kardeşim!
Kırk gündür yatakta sizinle meşgulüm. Hayal ve mesmuuma nazaran, huzurunuzun muhtel olduğuna zâhibim. اَلْمُؤْمِنُ بَلَوِىّ ٌ Tahminen on gün kadar evvelsi,
sokaklarda "Hâlis Afyon tereyağım
var" diyen birisini pencereden yanıma çağırıp biraz yağ aldım. Maksadım, sizi sormaktı. Afyon'dan
Emirdağı kazasına sürüldüğünüzü, ahalinin sizinle görüşmesinin yasak olduğunu duyunca çok müteessir oldum.
Muhterem
din kardeşim! Bu mektubu size yazan, otuzbir sene evvelisi sizinle
Erzurum'un Es'ad Paşa Medresesi'nde, umumî harbde Kafkas'ın karlı dağlarında ve yirmidört sene
evvel de meb'usluğum hengâmında Van Valisi Haydar Bey dostunuzla Millet Meclisi
salonunda görüşen Erzurum'un esbak meb'uslarından Yeşil oğlu Mehmed Sâlih'tir.
Mehmed Sâlih (R.H.)
* * *
Yeşil Sâlih'e yazılan mektubdur:
Aziz
kardeşim Hasan Efendi! Sen benim tarafımdan kıymetli kardeşimiz
Sâlih Efendi'ye yaz ki, ben ölünceye kadar onun bu insaniyetini unutmayacağım ve ona çok minnetdarım ve çok selâm ve dua ederim. Fakat ben her sıkıntıya karşı tahammüle karar vermişim. Hem
ben iyiliği o reislerden beklemiyorum.
Said Nursî
* * *
Bana gönderdiğiniz Asâ-yı Musa'dan bir nüsha; cildsiz, -yalnız sarı kâğıd cild olmuş- Hüsrev'in yazısına bir parça benzer, fakat
sh: » (E: 142)
üstünde Mustafa ismi var. O kimdir, hangi Mustafa'dır? Hem nüshanın üstünde "onüç yaşında
Hatice, Ahmed'in kızı" yazılmış. Bu Ahmed, hangi Ahmed'dir? Hem ona, hem kızına bin bârekâllah. Bu yaşta bu
koca kitabı hem dikkatli, tevafuklu, hem güzel sıhhatli yazmak, masumların taifesinin bir kahramanlığıdır. Kim görüyor, mâşâallah der. Buradaki mekteb görmüş hanımlarda bir şevk uyandıracak.
* * *
Nazif
kardeşimizin mektubu, ehemmiyetlidir. Hakikaten Amerika'da,
siyasete âlet değil; belki dini, din için mutaassıbane iltizam edenler çok vardı. İnşâallah Asâ-yı Musa'yı alan, o dindarlardandır. Keçeli Salahaddin tam bir Abdurrahman'dır, kahramanlıkta babasından geri kalmak istemiyor. Bizi de arasıra âdetimize muhalif olarak dünyaya baktırıyor. Eğer o Amerika'lı
ehemmiyetli âlim bütün Risale-i Nur'u istese ve neşrine söz verse, sizin meşveretinizle
bir mükemmel takım ona vereceğiz.
Nazif'in
mektubuyla beraber bir mütekaid efendinin vesveseye dair bir suali var. Eğer o adamın ciddî olarak Nurlara alâkası varsa, böyle suallere hiç ihtiyacı olmaz.
Hikmet-ül İstiaze Lem'asını ve Yirmidokuzuncu Söz'ün melaike ve ruhanîlerin vücudlarına dair kısmını okusun. Onun manasız ve yüz
yerde cevabı bulunan vesvesesi ise, zındık maddiyyunların şimdilik dehşetli vaziyetinden fırsat
bulup bir aşılamalarıdır ki; o adam, ondan müteessir olmuş, o suali sormuş. Ona selâm ederim. Risale-i Nur onun her müşkilini halledebilir. Hâlisane, teslimkârane ona çalışsın, onu dinlesin.
Medrese-i
Nuriyenin eski ve yeni kahramanlarından
Marangoz Ahmed'in mektubu, üç-dört cihetten beni mesrur ve minnetdar eyledi. O medresenin
baş talebesi namını verdiği Ahmed ise, hem şehid Hâfız Ali'nin vazifesini yaptığını, hem Süleyman gibi kıymetli
kardeşiyle ve küçük kerimesiyle üç tane Asâ-yı Musa'yı yazmaları ve mübarek Hasan Dayı'nın hafidi olması, beni meraktan kurtardı, hem
çok memnun eyledi. Cenab-ı Hak ona şifa ve onlara muvaffakıyet ve
saadet versin, âmîn âmîn!
Merhum
Hâfız Mehmed'in iki kardeşi o
merhumun vazifesini yapmaları ve Mustafa'nın yazısı, Hüsrev'in tatlı hattına mutabık gelmesi, benim nazarımda,
yeniden iki Hâfız Mehmed'i bulmuş kadar
memnun oldum.
Kahraman
marangozun gayretiyle Gökdere'li hatib, Risale-i Nur'a üç oğluyla beraber talebe olup yazmaya başlamalarıyla; hem onları, hem marangozu, hem köylerini
tebrik ederiz. Ve marangozun onlara söylediği manzumesini Lâhika'ya geçirdik.
Atabey'li
alil (kötürüm) Ali Osman'ın yazdığı uzun mektubu ve
sh: » (E: 143)
Asâ-yı Musa Risalesi ve Nurların neşrinde cidden tesirli çalışması ve hizmet-i Nuriyede çok çalışkan Çilingir Ali ile ve dayısı Hasan'ın ona yardım etmesi ve mübarek hülyaları ve tevafukları bizleri ferahlandırdı. Eğirdir kasabasını bana ziyade sevdirdi. Cenab-ı Erhamürrâhimîn onlardan razı olsun.
* * *
Bir derece mahremdir
Geçen kışta bana karşı sû'-i kasdların,
inayet-i İlahiye ile ve duanızın yardımıyla gelen sabır ve
tahammülüm neticesinde akîm kalan plânı pek
geniş bir tarzda olduğuna
delil ise; bu yakında Reisicumhur, Afyon'da demiş: "Bu vilayette din cihetinde bir karışıklık çıkacağını zannederdik..."
Demek,
gizli komite beni sıkıştırmakla bir hâdise çıkarmak
istiyordular. Bir ecnebi müdahalesi hesabına ve
müslümanlar ve vatan zararına, bütün bütün kanunsuz ve keyfî bir tarzda, damarıma şiddetle dokunan ihanetler ve sıkıntılarla tazibleri, onlara dünyada tam zarar, âhirette
Cehennem ve sakar; ve bize, dünyada mükemmel sevab ve zafer ve âhirette inşâallah Cennet ve âb-ı kevseri kazandırır. Demek bu gizli plânı heyet-i vekile ve reis hissetmiştiler ki; buralarda umum memurlar, hattâ vali ve kaymakam, zabıta benimle görüşmekten kaçıyor ve ürküyordular. Ben de hayret ederdim. Fakat
elimizde yalnız Nur bulunduğunu ve
siyaset topuzu bulunmadığını, zerre kadar aklı
bulunanlar anladılar. Garibdir ki, en ziyade lehime çalışması lâzım olan bazı vazifedarlar, aleyhimde istimal ve istihdam edildi.
Nurcular,
çok ihtiyat ve dikkat ve temkinde bulunmaları lâzımdır. Çünki manevî fırtınalar var, bazı dessas münafıklar her
tarafa sokulur. İstibdad-ı mutlaka dinsizcesine taraftarken, hürriyet fırkasına girer; tâ onları bozsun
ve esrarlarını bilsin, ifşa etsin.
Hem
Salahaddin'in, Asâ-yı Musa'yı Amerikalıya vermesi münasebetiyle deriz:
"Misyonerler
ve Hristiyan ruhanîleri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünki her halde şimal cereyanı; İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini
müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak.
Tabaka-i avama müsaadekâr ve vücub-u zekat ve hurmet-i riba ile, burjuvaları
sh: » (E: 144)
avamın yardımına davet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi
tarafına çekebilir." Her ne ise, bu defa sizin hatırınız için kaidemi bozdum, dünyaya baktım.
Said Nursî
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Çok ehemmiyetli mektublarınıza bir tek muhtasar cevaba mecburiyetim var.
Evvelâ:
Sualleri çok nurlu hakikatların zuhuruna vesile olan Re'fet'in, hem masumlara Kur'an ve
Nurları ders vermesi, hem kendisi Nur Lem'alarıyla meşgul olması, hem tashihatta bana ve Hüsrev'e yardım etmesi, hem İstanbul'da Asâ-yı Musa'nın insaflı âlimlerin ellerine geçmesine çalışması, çok şayan-ı tebriktir. Ve yeni sualine şimdi cevab verilmez, daha zamanı gelmemiş.
Kahraman
Burhan'ın Serbest Fırkası'nın reisine verdiği cevab
güzeldir. Evet Nurcular, siyasetlerle alâkaları olmaz.
Yalnız iman hakikatlarıyla
bütün hayatları bağlıdır. Şimdiye kadar gizli komiteden, siyaseti dinsizliğe ve zendekaya âlet edenler, istibdad-ı
mutlakla Nurcuları ezdiler. İnşâallah bir sebeb çıkar (Haşiye) o istibdadı kıracak, masum ve mazlum Nurcuları kurtaracak. Fakat çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır. Risale-i Nur, dünyada her cereyanın
fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tâbi' ve dâhil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinad
olur. Fakat siyaset hesabına değil; belki Nurların intişarı ve maslahatı hesabına bazı kardeşler; Nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir. Hususan mübarek Isparta'nın şimdiye kadar Nurlar medresesi olması ve muarızların dahi ona çok ilişmemesi
noktasında, dâhilde tarafgirane vaziyet almamak, mu'terizlerin
nedametine ve hakikata dönmelerine bir vesile olabilir. Siz daha iyi bilirsiniz.
Salahaddin'in
mektubu, birkaç cihette ehemmiyetlidir. Amerika âlimleri, elbette Asâ-yı Musa Risalesi'ne lâkayd kalmayacaklar. Eğer dini,
din için seven kısmının ellerine geçse, fütuhat yapar.
________________________________
(Haşiye): Demokrat çıktı, bir derece kırdı.
sh: » (E: 145)
Yoksa bazı enaniyetli hocalarımız gibi, kıskançlık damarıyla neşrine ve tervicine çalışmaları meşkuktur. Her ne ise.. inayet-i İlahiye'ye havaledir.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ:
Tahirî'nin İstanbul'a gitmesi, inşâallah
hayırdır. Ve Hüsrev'in pek çok vazifelerini tamamen yapması.. kanaatım geldi ki; Barla'da bulunduğum zaman bütün yazanların tashihatını ve te'lif hizmetini yapmamda tahakkuk eden büyük inayet
ve hârika muvaffakıyet, aynen Hüsrev'de, yardımcılarında dahi nümunesi var.
Sâniyen:
Tahirî'nin Denizli hapsinde unutulmaz hâlisane hizmeti ile ve Nurlara sarsılmaz sadakatıyla ve yanılmaz zekâvetiyle ve çekilmez bahadırlığıyla, daire-i Nur'da ehemmiyetli makamı için; bütün bu defaki mektubunu Lâhika'ya geçirdik. Başta Nur'un şakirdlerinden validesi Zübeyde olarak, akrabasına ve rüfekasına selâm ederim. Cenab-ı Hak
onlardan ebeden razı olsun, âmîn!
Sâlisen:
Nesli Kureyşî'lerden Ahmed Kureyşî,
muhterem pederiyle ve ammizadesi Ahmed ile Nurların has naşir ve talebelerinden olması, o havali şakirdlerinin namına
Nurlar hakkında güzel manzum fıkraları Lâhika'ya girdi. Cenab-ı Hak onları muvaffak eylesin, âmîn.
Râbian:
Eğirdir kasabasında,
isimlerini yazmadığım gayet ehemmiyetli kardeşlerimiz
var. Onlara ve Mehmed Sabri gibi büyük santrala istinaden ve Sabri'nin yazısına benzettiğim dikkatli ve güzel ifadeli bir mektubu çalışkan ve ciddî kardeşlerimizden Çilingir Ali'den aldım. Onun
arzusuyla aynını Lâhika'ya geçirdik. Ona ve onu çalıştırana mâşâallah ve veffakakümüllah deriz.
* * *
sh: » (E: 146)
Aziz, sıddık, âlîcenab eski ve yeni kardeş Yeşil Sâlih!
Benden,
sergüzeşte-i hayatıma ait sorduğun
maddelere gayet kısa ve mücmel işaret
edilecek. Bir zaman sonra inşâallah başkalar izahla cevab verecekler. Fakat tarihe geçmek ve bu
asır âlimlerinin içinde kendi âdi şahsımı nesl-i âtîye göstermek,
bildirmek ne isterim ve ne de liyakatim var. Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür ederim ki; beni bana beğendirmemiş, dehşetli kusurlarımı bana göstermiş.
Hem
insanlara kendini bildirmek, bir şöhretperestlik olmasından;
bir enaniyet, bir hodfüruşluk, bir riyakârlık
ihtimali var. Bu ise, bizim gibilere tam zarardır.
Hem ben,
madem bu asırda maddeten ve manen münferid yaşamağa ve hayat-ı içtimaiyeden çekilmeğe mecbur
olmuşum; elbette hakkım yoktur
ki, hayat-ı içtimaiyeyi geçirenler içinde tarihe binip
istikbaldekilere görüneyim. Yalnız bu
cihet var ki; Risale-i Nur, bu vatana ve bu millete pek büyük menfaati,
mahkemelerin ve ehl-i vukufların müttefikan kararlarıyla
tahakkuk etmiş. Bu nokta-i nazarda, benim ehemmiyetsiz, bîçare, perişan, çok kusurlu şahsiyetim değil;
belki yalnız Kur'anın malı ve meali olan Risale-i Nur namına, sizin suallerinize cevab için ben işaretler
ederim, sonra da Risale-i Nur ve şakirdleri izahla cevab versinler.
Evvelâ:
Otuz sene evvelki hayatımın tarihçesini merhum Abdurrahman yazmış, tab'edilmiş.
Sâniyen:
Risale-i Nur'un zuhur zamanının bir nevi tarihçesi Eskişehir
hapsinin müdafaanamesiyle (Yirmiyedinci Lem'a olmuş) ve Denizli hapsindeki Müdafaa Risaleleriyle (Onbirinci ve Onikinci Şua)
"İhtiyarlar Lem'ası"
ve "Âyet-i Hasbiye Risalesi" ve "Onaltıncı Mektub"la "Hücumat-ı Sitte" ve "İşarat-ı Selâse" ve "İşarat-ı Seb'a" risaleleri gibi Nur eczaları,
suallerinize tafsilen cevab vermek için mahkeme bana iade ettiği ve şimdi elimde bulunmayan risaleler, bir zaman elinize
gelecek. İnşâallah sizi hiç unutmayacağım. Bu
halimde bu alâkadarlığınız, benim çok ağır sıkıntılarımı hafifleştirdi. Allah senden razı olsun,
âmîn!
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bir
bîçare vesveseli ve hassas ve dinsizlerle görüşen bir adam, meşhur dua-i Nebevî olan Cevşen-ül
Kebir hakkında ve akıl haricindeki sevab ve faziletine dair bir hadîsi görmüş, şübheye
sh: » (E: 147)
düşmüş. Demiş: "Râvi, Ehl-i Beyt'in imamlarındandır. Halbuki hadsiz bir mübalağa görünüyor. Meselâ içinde der: Bu duaya Kur'an kadar sevab
verilir. Hem göklerdeki büyük melaikeler, o dua sahibini gördükçe, kürsîlerinden inip ona pek büyük bir tevazu ile hürmet ederler. Bu
ise, aklın ve mantığın mikyaslarına gelmez." diye, Risale-i Nur'dan imdad istedi. Ben
de Kur'andan ve Cevşen'den ve Nurlardan gayet kat'î ve tam akıl ve hikmete mutabık bir cevab verdim. Size gayet kısa bir icmalini beyan ediyorum. Şöyle ki,
ona dedim:
Evvelâ:
Yirmidördüncü Söz'ün Üçüncü Dalında on aded usûl var, böyle şübheleri esasıyla keser, izale eder. Ona bak, cevabını al.
Sâniyen:
Her gün bütün ümmet kadar hasenat ona işlenen ve
bütün ümmetin saadetlerine yardım eden ve ism-i azamın mazharı ve kâinatın çekirdek-i aslîsi, hem en mükemmel ve câmi' meyvesi
olan Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, o duanın kendi hakkında o azîm mertebesini görmüş, ona haber veren Cebrail Aleyhisselâm'dan işitmiş, başkalarını kendine kıyas etmiş veya edilmiş. Demek
o pek fevkalâde ve acib sevab, Zât-ı
Ahmediye'nin (A.S.M.) velayet-i kübrasından ona
gelmiş. Küllî, umumî değil.
Belki o duanın mahiyetinde böyle
hârika bir kıymet var ve ism-i azam mazharı olan zâtın tebaiyetiyle başkalara
dahi o sevab mümkündür; fakat gayet ehemmiyetli şartları var, yalnız okumak kâfi gelmez. Yoksa müvazene-i ahkâmı bozar, farzlara ilişir.
Sâlisen:
O dua, nasılki Zât-ı Ahmediye'ye baktığı vakit
mübalağadan münezzeh ve ayn-ı hakikat
oluyor; öyle de, o duadaki yüzer esma-i hüsnanın hakikatlarına baktığı zaman değil mübalağa, belki onların
nihayetsiz tecellilerinden gelmesi mümkün ve gelebilen feyizlerin nihayetsizliğini göstermek için pek az bir kısmını Muhbir-i Sadık
(A.S.M.) haber vermiş ve teşvik için mübhem ve mutlak bırakmış. Sonra mürur-u zamanla o kaziye-i mümkine ve mutlaka, bilfiil vaki' ve
külliye telakki edilmiş.
Râbian:
"Yirminci Lem'a-i İhlas"ta bir adama beşyüz
senelik bir genişlikte bir Cennet verilmesine dair olan bir haşiye var. Ona da bak, gör ki; o koca Cennet'in verilmesi, bilmediğimiz tarzda bir mâlikiyet değil, belki insan nasıl hususî
hanesine çok cihetlerle mâliktir, sahibdir; öyle de
zemin yüzündeki şeylere çok duygularıyla bir
nevi mâliktir, tasarruf ve istifade edebilir.
Hem koca
dünyayı, benim hanemdir, bana vermiş ve güneş
sh: » (E: 148)
lâmbamdır diyebilir. Demek bazı fevkalhad, hârika ve akıl
haricindeki bir kısım sevablar, bu mezkûr hakikata bakar.
Hem İslâmiyette her sevabın, her fazilet-i a'malin en evvel mazharı ve bizlerin bir duada, bir zerre sevabımızda, o duada bir dağ kadar sevab ve feyzi kazanan Zât-ı Ahmediye (A.S.M.), hususî virdler ve dualar ve şeriat ve risalet cihetiyle değil, belki velayet-i Ahmediye noktasında ve umumî olmayan derslerinde, kendine verilen en yüksek mertebeyi beyan
eder. Kendine tam tebaiyet eden has vârislerini, o noktalara teşvik eder. وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّهِ لاَ يَعْلَمُ
الْغَيْبَ اِلاَّ اللّهُ dedim. O vesvese edip şübhelere düşen adam, lillahilhamd kurtuldu, tam kanaatı geldi. Belki sizin bazılarınıza faidesi var diye size de gönderdim. Umumunuza binler selâm.
* * *
Bu fıkra bir derece mahremdir, yalnız haslara mahsustur.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Çok defa hatırıma geliyordu ki: Neden herkesten ziyade medreseden çıkanlar Risale-i Nur'a sarılmaları lâzım iken, en ziyade çekinen, onlardan resmî vazifeyi
alanlardır?
Şimdi
birden hatıra gelen cevabın bir az
kısmını beyan etmek lâzım geldi.
Evvelâ:
Gizli münafıklar aleyhimizde büyük makamlarda olanların bir kısmını istimal ederek resmî bir tarzda şiddetli propaganda etmelerinden, bütün resmî memurlar ürkmeye ve çekinmeye
mecbur olmuşlar. Onlar içinde dahi enaniyetli ve evhamlı ve bid'aları kabul eden hocalar, daha ziyade çekinmeye başlamışlar, kendilerine bir özür, bir
bahane aramışlar. Risale-i Nur'dan "İşarat-ı Seb'a"nın bid'acılara şiddetli tokadı ve
"Sekizinci ve Onsekizinci Lem'a"da İmam-ı Ali'nin (R.A.) "Ercüze"de, ülema-is sû' hakkında dehşetli tokadı ve bid'alara bir derece ve bir cihette müsaid olan
Vehhabîlik Mezhebi'ni perde altında kabul edenler, "Yirmisekizinci Mektub"un
Vehhabîler hakkındaki mes'elenin tokadı ve
Kur'an tercümesini yapan ve Kur'an yerinde tercümesinin okunmasına cevaz gösterenlere Risale-i Nur'un
sh: » (E: 149)
şiddetli tokatları ve
derd-i maişet zarureti ve mevki-i içtimaîde haysiyetini düşünmeleri sebebiyle hocalar, hattâ İstanbul'un
eskide dost hocaları kaçmağa ve az bir kısmı tenkide çalışmaya; hattâ Âl-i Beyt
ve İmam-ı Ali'ye adavetleri bulunan müfrit Vehhabîlik hesabına Risale-i Nur'un Âl-i Beyt ve İmam-ı Ali'nin bir manevî hediyesi ve eseri olmasından,
itiraz etmeye başlamışlar. Fakat biz İstanbul
âlimlerinden kızmıyoruz, belki bir cihette memnunuz. Çünki başkalara nisbeten ilişmiyorlar.
Hem
merhum Fetva Emini Ali Rıza ve merhum Ahmed Şiranî ve merhum Şevket Efendi ve
merhum Mehmed Âkif gibi insaflı,
Risale-i Nur'u fevkalâde takdir ve tahsin eden o muhterem ve merhum zâtların hatırı için biz İstanbul hocalarına
dostuz, onlardan gücenmeyiz. İnşâallah bir zaman "Yirminci Lem'a-i İhlas" kendini onlara okutturacak, o eski dostları da yeni dostlar yapacak.
Kardeşlerim! Herkes sizin gibi sebatkâr olamaz. Perde altında Nurcuların kuvve-i maneviyelerini kırmak
için bazı hocalar vasıta
oluyorlar, aldanmayınız ve sarsılmayınız ve onlarla münakaşa
etmeyiniz, mümkün oldukça dostane muamele ediniz. Biz onlarla kardeşiz deyiniz ve bu pusladaki noktaları unutmayınız, tâ sizi aldatmasınlar.
Hüsrev'in
himmetiyle daireye giren ve Nur'un yeni şakirdlerinden
bana mektub yazan Hatice ve Râbia, haslar içinde kabul edildiler. Ve çok
alâkadar olduğum Barla'da hararetle Bahri ve evlâdı ve Eyyüb ve Ali ve Mehmed ve Süleyman'ların
gayretleriyle Nurlar dersine çalışmaları, beni sevinçle ağlattırdı. Ben bütün Barla halkına,
hususan Süleymanlar ve Bahri ve Mehmedler ve Mustafalar, eski zamanda Nurlara kıymetdar hizmet eden Şamlı Hâfız Tevfik ve mübarek Hâfız Hâlid
ve imam Hakkı Efendi ve Muhacir Hâfız Ahmed
ve evlâdı ve ahfadı ve Şem'î ve bana çok hizmet eden Abdullah Çavuş ve oradaki komşularıma ricalen ve nisaen binler selâm ve dua ederim ve mübarek aylarda dualarını isterim.
Bahri ve
evlâdları üç Asâ-yı Musa yazdıklarını şimdi haber aldım.
Muhacir Hâfız Ahmed ile Barla'da kardeşlerimizin
hesabına hem Kâzım'ın, hem berber Mehmed'in ciddî hâlisane mektubları Lâhika'ya girmeğe hak kazandılar ve
Bahri'nin güzel manzumesi, küçük bir Medrese-i Nuriye hesabına tam girebilir.
Medar-ı hayret bir latif inayettir ki; Büyük Mustafa'yı (R.H.) aynen merhum Abdurrahman gibi hem sadakatıyla, hem kalemiyle, hem iktidarıyla
Nurlara hizmet edeceğini kalbime ihtar edilmesiyle o zamanda Abdurrahman'ın vefatını unutmaya çalıştım. Hakikaten Küçük Ali, o hatıra-i gaybiyeyi kalem cihetinde dahi tam tamına tasdik ettirdi. Kardeşinin kalemini kendisi aldı. Sarı
sh: » (E: 150)
bıçağı, elmas kılıncı yaptı. Demek o zaman, onu da mübarek Mustafa'nın ruhunda hissetmiştim.
Hem
Muhacir Hâfız Ahmed'i, hem bana, hem Nurlara alâka ve sadakat noktasında Nurların birinci talebesi ve fedakâr bir naşiri kalben hissetmiştim. Halbuki kalemle hizmete muvaffak olamadı. Çok defa o gaybî hissimi tahattur ederdim. Sonra birden
hem oğlu Kâzım, hem damadı Bahri,
hem diğer damadı berber Mehmed ondan his ve ümid ettiğim metinane hizmeti fevkalâde bir alâka ve sadakatla tam tamına yerine getirmeye, çalışmaya başladılar. Hattâ hafideleri dahi masum şakirdler içine girmişler. Umuma selâm.
Said Nursî
** *
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ
بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık, bahtiyar, vefakâr, fa'al, sebatkâr kardeşlerim!
Evvelâ:
Tekraren hem sizin receb-i şerifinizi ve Leyle-i Regaib'inizi tebrik, hem
Safranbolu'lu kardeşlerimizin tebriklerine mukabeleten şuhur-u selâselerini ve dört leyali-i mübarekelerini ve Nurlarla gayet ciddî
alâkalarını tebrik ederiz. Ve oranın şakirdleri namına yazılan tebrikname mektubunda benim pek çok kusurlu şahsıma verdikleri ünvanları ve
senaları, Halil İbrahim'in bazı
mektubları gibi, ta'dil ile "Risale-i Nur"a çevirip
Lâhika'ya girmesini istedim. Fakat şahsım pek sarih bir tarzda mevzu yapıldığı için yakıştıramadım, şimdilik geri kaldı.
Kardeşlerim! Kat'iyen biliniz: Şan ü şeref ve
hodfüruşluk ve kendine güvenmek ve şahsımı beğendirmekten ürküyorum ve kaçıyorum ve şahsıma karşı medihlerden hoşlanmıyorum. Yalnız Risale-i Nur'a karşı sadakat
ve kanaata bir emare olmak cihetiyle, bazı
müfritane tabirleri, ya hatırları için veya hüsn-ü zanlarını kırmamak fikriyle kısmen
ta'dil ile kabul ve sükût ederim. Fakat iki İhlas
Lem'aları ve mesleğimizin "hıllet"
ve "ihlas" ve "uhuvvet" esasları, bu tarz medihlere müsaade etmez. Hem bu benlik ve enaniyet asrında ve şöhretperestlerin nazarında
Nurların safiyetine ve hâlisiyetine zarar verebilir.
Sâniyen:
Hıfzı'nın iki masumunun yazdıkları Asâ-yı Musa ve Rehber ve Küçük Sözler
bizi mesrur eyledi. Yüz mâşâallah. Böyle binler Nurcu masumlar, istikbali nurlandıracaklar.
Said Nursî
* * *
sh: » (E: 151)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ
بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bu şuhur-u mübarekede, Nurcuların şirket-i maneviyesine inşâallah
pek çok kudsî servet girecek. Herbir Nurcu, binler lisanla ve yüzer kalemle çalışacak gibi kâr kazanacak. Ve bu mübarek ve çok bereketli aylarda beş tarzda ibadet sayılabilen kalemle Zülfikar-ı
Mu'cizat mecmuasına hizmet edenler, tam bahtiyardırlar. Fakat yazıdan ziyade, sıhhatine
dikkat etmek lâzım ve elzemdir. Bugün de tatlı iki manidar tevafuku gördüm. Kanaatım geldi
ki; benim bugünlerde zahmetler içinde Asâ-yı Musa
tashihinde sıkıntılarıma mukabil, inayet-i İlahiye
ücretimi ve tayinatımı şirin bir surette veriyor.
Birisi:
Kahraman Tahirî'nin teberrük olarak getirdiği tatlı lokmalar, acib bir bereketle, her gün ikişer-üçer
yediğim halde bitmiyordu. Hayret ederdim. Bugün âdetimle iki
alacaktım; baktım yalnız iki tane kalmış,
iktisad için birisini aldım. Aynı saatte, Hıfzı'nın iki masum evlâdının, bir kutu içinde yazdıkları nüshalar altında şekerden, ekmekten, aynen Tahirî'nin lokmaları gibi;
hem onun mikdarında elime verildi. Ben bu tatlı tevafuktan zevk alırken, dünkü gün aynı saatte
çok hararetim vardı, çok su içiyordum. Canım,
üryani erik hoşafı istedi. Ben bilmiyordum, unutmuştum; şiddetli bir arzu ile hararetimi teskin edecek eskide alıştığım ve çok istimal ettiğim
üryani erik, bir kutu içinde ve Âsiye'nin has arkadaşlarından Nurcu Şerife Hanım'ın şekeriyle elime verildi. Ben de bu çok tatlı tevafukun hatırı için hem masumların, hem
onların teberrüklerini yüz misli kadar kabul ettim. Umumunuza
binler selâm.
Said Nursî
* * *
Aziz, sıddık, sarsılmaz, usanmaz, çekinmez, çekilmez kardeşlerim!
Evvelâ:
Bu yaz, derd-i maişet cihetiyle ve bu şuhur-u
selâse, ibadet haysiyetiyle bir derece Nurların
kitabetine fütur verebilir diyenlere beyan ederiz ki: Bilakis, yazmağa şevk verir ve vermek
sh: » (E: 152)
gerektir. Çünki Nur'un hizmeti; hem maişet, hem rahat-ı kalbe
bereketleriyle yardım ettiği gibi; ibadet-i tefekkürî nev'inden olması cihetiyle, mübarek ayların sevablarına büyük yardımı olur.
Sâniyen:
Nur'un bir şakirdi bana dedi ki: Geçen sene daha Nurlar bize teslim
olmadan ve hususî bir iade neticesinde burada rahmet dahi hususî bir derece
tezahürüyle demiştin ki: "Ne vakit tam serbestiyetle Nurlar okunsa ve
yazılsa ve bize iade edilse, yağmurla
rahmet tam olacak." haber vermiştin.
Hakikaten bu baharda hem Asâ-yı Musa her tarafta merakla yazılması ve okunması, hem Zülfikar-ı
Mu'cizat yazılmasına şevkle başlanması, bu emsalsiz rahmete bir vesile olduğuna kat'î kanaatım geliyor dedi.
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ:
Hüsrev'le bir ruh iki cesed ve kendisi, bahadır
biraderiyle Nur hizmetinde çok ehemmiyetli mevki alan kahraman Rüşdü'nün acib bir el makinesini Nurlar için celbine çalışması, ehemmiyetli bir fütuhat-ı
Nuriyenin mukaddemesidir. İnşâallah yine Nurlar, Nurcuların lâyık elleriyle kalemleri gibi tab' ve neşredilecek; yabani ve lâyık olmayanlara muhtaç olmayacak. Fakat herşeyden evvel sıhhatlı ve yanlışsız ve güzel bir tarzda makine ile, mümkün ise evvel eski
harfle yazılsa, sonra yeni harfle daha münasibdir. Sizlerin isabetli
tedbirinize havale ediyoruz.
Sâniyen:
Konya'lı Sabri'nin Re'fet'e yazdığı
mektubunu gördüm, ondan bildim ki; bu Sabri, öteki Sabri gibi gayet hâlis ve samimî ve çalışkan bir
Nurcudur. Bin bârekâllah hem ona, hem onu teşvik ve
teşci' eden ve hocaların
yüzlerini ak eden Konya âlimlerine. Başta
müfessir mübarek Hoca Vehbi olarak onlara ve oradaki Nur şakirdlerine çok selâm ederiz ve bu mübarek şuhur-u
selâsede dualarını isteriz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Sekiz
sene çoluk ve çocuğuyla sadakatla bana hizmet eden; ve evlâd ve ahfad ve
refika ve damatlarıyla Nurlara ciddî çalışan; ve
ders ve vaazlarını bütün Nurlardan veren; ve vefatından on dakika evvel dünyaca en ehemmiyetli vasiyeti, kendinin Nur
Risalelerini tekmil için Şamlı Hâfız'a rica eden, vefatından iki
gün evvel
sh: » (E: 153)
bana mektub yazıp benim
aynı vakitte Sava'yı
Barla'ya tercih ederek Sava mezaristanında
defnimi arzu ettiğimi sizlere yazdığımı sadakatın kerametiyle hissedip bana mukabele ve itiraz tarzında o mektubunda der: "Sen Barla'yı ikinci
vatanımdır dediğin halde, neden ona gelmiyorsun, başka yerleri tercih edersin? İbtida-i medrese-i Nuriye Barla'dır, senin mezarın orada olmalı."
diye bana ihtar etti. İki gün sonra -size yazdığım daha
size yetişmeden- onun mektubunu, hem Şamlı Hâfız ikinci sahifesinde yazdığı vefat
haberini aldığım merhum Muhacir Hâfız
Ahmed'in (R.H.) dünyadan göçmesi, aynen Abdurrahman gibi beni çok sarstı, ağlattırdı, اِنَّا لِلّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ dedirtti.
Binler rahmet onun ruhuna insin, âmîn! Kabri de hanesi gibi Kur'an ve Nur'un
bir menzili olsun, âmîn! Şübhem kalmadı ki; bu
zâhir sadakat kerameti, Nurcuların imanla kabre gireceklerini isbat ediyor ve hüsn-ü
hâtimeye mazhardırlar. Benim tarafımdan
onun akrabasını ta'ziye ediniz ve ben bütün dualarımda onu hissedar ediyorum diye tebliğ ediniz.
Sâniyen:
Kardeşimiz Re'fet bana yazıyor ki:
"İstanbul'da Nurlara çok ihtiyaç var ve ekmek gibi herkes
muhtaçtır. Ve kardeşlerimizden ve Nurlarla çok alâkadar ve çok okumuş ve Nurcu olan Yeşil Şemseddin, Nur'un hakikatlarından ders verdiğinden; vaazında binlerle adam bulunur.
Hem
Re'fet der: "Bundan anlaşılıyor ki; Risale-i Nur, bu millete her gün ekmek gibi lâzımdır."
Hem bir
kısım Nurları, ehemmiyetli zâtlara vermiş ve
"Zülfikar-ı Mu'cizat"ın benim
tashihimden geçmiş bir nüshasını istiyor.
Umuma
birer birer selâm ve dua ederiz ve dualarını isteriz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî
* * *
Hüsrev'i
tashihte ve tevzi'de ve tedbirde ve muhaberede ve Nurların neşir ve yetiştirmesinde tebrik ve muvaffakıyetine dua ederiz. Bu ehemmiyetli vazifelerle beraber; yine o şirin ve parlak kaleminin yazılarını çok nüshalarda görüyoruz;
hem müstakil nüshaları da yazıyor, mektubundan anlıyorum.
Şimdi
birden Sava medrese-i Nuriyenin Hacı Hâfız'ı Mehmed
sh: » (E: 154)
ve merhum Hâfız Mehmed'i ve kardeşlerini ve Mehmed'lerini ve Ahmed'leri ve masum Nurcuları ve mübarek ihtiyar ve sair kahraman şakirdlerini
düşündüm. Hayatım
müddetince ona yakın olmak bütün canımla
istedim ve vefattan sonra onların mezaristanında
defnolmamı arzuladım. Birden ihtar edildi ki: "Gerçi Medreset-üz
Zehra'nın merkezi olan Isparta vilayetinde maddeten bulunmak çok
cihetle faideli, saadetlidir; fakat Nur'un mesleği ve
Nurcuların meşrebi cihetiyle daima berabersiniz. Zaman ve mekân, perde
olamazlar. Şarkta, garbda, şimalde, cenubda, dünyada, berzahta bulunsanız, manen bir mecliste beraber sayılırsınız. Onların manevî yardımları daima birbirine oluyor ve sana da gelir." diye beni teskin etti.
Ben
dedim: Madem şimdi her tarafta Nurlara kuvvetli ve kesretli eller sahib
çıkıyorlar ve tam muhafaza ve neşrine çalışıyorlar, elbette ben bir parça istirahat etsem tenbellik
olmaz.
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ:
Geçen mübarek Leyle-i Beratınızı ve gelecek Ramazan-ı
Şerifinizi tebrik ederiz. Bu sene Berat Gecesi, Nurcular hakkında çok bereketli ve kerametli olduğuna bir
emaresini hayretle gördük. Şöyle ki:
Ben
Berat Gecesinden az evvel Asâ-yı Musa tashihiyle meşgul
iken; bir güvercin pencereye geldi, bana baktı. Ben
dedim: "Müjde mi getirdin?" İçeriye
girdi, güya eskiden dost idik gibi hiç ürkmedi. Asâ-yı Musa (Haşiye) üstüne çıktı, üç saat oturdu; ekmek, pirinç verdim, yemedi; tâ akşama kaldı, sonra gitti, tekrar geldi. Berat gecesinde, tâ sabaha
kadar yanımda kaldı. Ben yatarken başıma
geldi, Allah'a ısmarladık nev'inden başımı okşadı, sonra çıktı gitti. İkinci gün, ben teessüf ederken, yine geldi; bir gece daha
kaldı. Demek bu mübarek kuş, hem
Asâ-yı Musa'yı, hem beratımızı tebrik etmek istedi.
(Haşiye): Evet, biz gözümüzle gördük.
Evet Nureddin, Evet Mehmed, Evet İsmail
sh: »
(E: 155)
Aziz,
sıddık kardeşlerim!
Kastamonu
Hüsrev'i ve Süleyman Rüşdü'sü olan Mehmed Feyzi ve
Emin'in, üstadlarının
Kastamonu'daki hayatının bir
tarihçesini, hüsn-ü zanla haddimden çok fazla senalarını tebdil etmeyerek kabulümün
sebebi şudur ki: Bugünlerde Afyon'un
büyük memuru, bir çavuşu bana ihanete vasıta yapıp güya teveccüh-ü ammeyi hakkımda kırarak, tâ bu vilayet, Denizli,
Isparta gibi Nurlara tam sahib çıkmasın ve Nurlar parlamasın. Gerçi ben tahammül ettim,
fakat buranın yeni şakirdlerinin teessürlerinden müteessirdim. Düşünürken, Mehmed Feyzi'nin bu samimane ve âlimane, hürmetkârane mektubu,
o herifin ve o âmirinin ihanetlerini yüzlerine vurup hiçe indirerek, teessüratımı tam sildi, süpürdü. Binler
derece o iki bedbahttan yüksek olan iki Nurcunun böyle medih ve hürmetleri, onların
kanunsuz cebir ve ihanetlerinin aynı
zamanda tam tamına tevafuku, Feyzi ve Emin'in
sadakatlarının bir
kerameti olduğuna kanaat ettiğimdir.
* * *
Kardeşlerim!
Şimdi
tebeyyün etti ki: Beni karakola çağırmak,
lüzumsuz bahanelerle beni hükûmete celbetmekte maksad, ihanet ve halkın nazarında ehemmiyetsizliğim ve bana müttehem vaziyeti vermek için idi. Şimdi tahammülüm kalmadı. Mümkün oldukça oraya beni çağırmamak
lâzımdır. Ceza hâkimini görünüz. Bana bir dava vekili tarzında
bir adamı bulunuz; benim bedelime lüzum
olsa karakola gitsin. Yirmibeş sene münzevi bir adam, böyle ihanetkâr insanlarla görüşmek,
işkenceli bir azabdır.
Ben sekiz sene, Kastamonu'da bir tek defa valinin ısrarıyla yanına ve iki defa da polishaneye gittim. Burada sebebsiz on defadan geçti.
Ben, daha gidemem. Hem doktordan bir rapor alınız, yoksa bu şehre maddî ve manevî zarardır.
Hüsrev'in
müdafaatımda yazılan dört zelzele mes'elesini tasdik
eden bu geceki şiddetli dört defa zelzele, bana ve Nurlara ve bu
sh: » (E: 156)
memlekete kat'î
bir sû'-i kasd eseri olarak hükûmet içinde hizmetçime bağırarak bana tahkirkârane ihanet ve şetmedip
"Git ona söyle" diyen ve kaymakamın emr-i cebrîsiyle "Hasta da olsa buraya getiriniz" bekçilere
ve jandarmalara emir veren ve Afyon'un perde altındaki
büyük memura dayanan karakol çavuşu, hem Nur şakirdlerinin şevklerine, hem Nurların burada yazılmasına, hem bana ehemmiyetli sıkıntı vermesinin aynı vakitte, böyle burada görülmeyen bu şiddetli zelzelenin gelmesi gösteriyor
ki; Risale-i Nur bir vesile-i def'-i beladır;
ta'tile uğradıkça,
bela fırsat bulup gelir.
Nurlara
az zamanda çok hizmet eden Mustafa Osman'ın
gayet tevazukârane ve mahviyetkârane mektubu, tam onun hâlisane sadakatını ve ihlasını isbat edip onbeş senelik haslarla omuz omuza geldiğini gösterir. Zâten yazdığı Asâ-yı Musa mecmuası, kuvvetli bir delildir. İşte bu dakikada bunu yazarken, yine hafif zelzele başladı.
* * *
Emirdağ Zabıtasıyla
Bir Hasbihal
"Hem
insaniyet namına istediğim bir hukukuma karşı yapılan, hayretimi mûcib acib bir muamelenin sebebi nedir?" diye bir
sualim var.
Birincisi:
Bir seneden beri sakladığım şekvamı vermedim. Şimdi zabıtanın vasıtasıyla Ankara makamatına vermek üzere, bir zâta gönderdik.
Dedim: Afyon Emniyet Müdürü insaflıdır. Ona da bir suret elden gönderdim.
Ondan istirahatıma dair bir eser beklerken,
bilakis beni sıkıştıran zâtlara yazmış: "Bu güzel yazı onun değil, kim yazmışsa tahkik ediniz." Acaba çok kuvvetli ve ayn-ı hakikat o şekvayı nazara almayıp lüzumsuz, ehemmiyetsiz, zararsız bir yazıyı
merak etmek, benim istirahatımı
bozmak; bin liraya ehemmiyet vermemek, beş
paraya çok ehemmiyet vermek gibi olmaz mı?
Yüzotuz risalelerden binler nüshaları ayrı ayrı yazılarla
üç mahkeme inceden inceye tedkikten sonra ve onları yazanların mühim bir kısmı benimle beraber mahkemede
bulunmaları ve zerre kadar medar-ı mes'uliyet olmadığı halde, "Kim ona yazıyor diye tahkik ediniz" demek yüzünden bir kanun, bir maslahat var
mı? Bir bîçareyi bu bahane ile karakola çağırmak, endişe vermek ve bilhassa benim ihbarımla istemek ne lüzumu var? İşte
sh: » (E: 157)
ben size haber veriyorum: Eğer arzu etsem, binler adam yazılarımı yazacaklar; hem her tarafta
millet ve vatan menfaatine yazıyorlar.
İkincisi: İnsaniyet namına sizden isterim ki, tâ bayrama kadar benim yüzümü dünyaya
çevirmeyiniz. Ben sizi düşünmediğim gibi; siz dahi beni unutunuz. Bu mübarek aylarda benim gibi dünyadan
küsmüş bir bîçareyi, âhiret zararına gayet ehemmiyetsiz dünya işleriyle
meşgul etmeye mecbur etmeyiniz.
* * *
Bu manidar
yeni zelzeleyi merak ettim. Kalben dedim: Eğer
sair yerlerde bu şiddetle olmuşsa, herhalde Nur şakirdlerine dahi yine bir tecavüz
var. "Yoksa benim yalnız mektubumla alâkadardır?" diye sordum. Dediler: Yalnız
Ankara hafif, Afyon ve Eskişehir ve bu Emirdağı'nda ve en şiddetlisi bu kasabada olmuş. Fakat medar-ı hayrettir ki, dört defa şiddetli olduğu halde, hiçbir zarar olmadı.
Bunun bir hikmeti budur: Kat'î emir verilmiş ki:
"Said'i cebren hükûmete getiriniz." Bekçiler ve bir onbaşı gelmişler. Kapımı kapamıştım, kilitlemiştim. Onlar demişler: "Biz istifa ederiz,
onun kapısını kırmayacağız." Dönmüşler,
gitmişler. Demek bu hususî zelzele, müdafaatımdaki zelzeleler gibi Risale-i Nur'la alâkadardır ki; bu defa hususî kaldı, hem şiddetiyle beraber zararsız geçti. Eğer Nur'un buradaki küçücük medresesinin kapısını kırsaydılar, elbette tokat ciddî olacaktı; yalnız ihtar için olmayacaktı. Gerçi bu taarruz cüz'î ve hafif idi, fakat ben gizlemem ki, hiç bu
defa gibi damarıma dokunmamıştı. Fakat Nur ve Nurcuların hatırı
için, hârika tahammül ettim. Çünki o bedbaht, hükûmette, vazife
sandalyasında bana şetmedip hizmetçime der: "Git, ona söyle."
Hükûmetin nüfuzunu serseri şahsına
mâlederek meydan okumuş ve Eski Said'in bende irsiyet
kalan damarıma çok ilişti. Fakat fevkalâde ehemmiyetli olan sükûn ve temkin ve itidal-i dem ve
sabır ve tahammülün kat'î lüzumu beni teskin etti.
Sâlisen:
Marangoz merhum Barla'lı, hârika sadakatlı Mustafa Çavuş'un
tam yerine geçen Medrese-i Nuriyenin tam çalışkan
kahramanlarından Marangoz Ahmed'in benim için
Sava'nın Davraz Dağı'nda
berzahî ve uhrevî bir menzil, bir mezar düşünmesi
ve yazması, beni çok sevindirdi ve hazînane
ağlattırdı.
* * *
sh: » (E: 158)
Aziz,
sıddık kardeşlerim!
Tekrar
mübarek Ramazanınızı tebrik ederiz. İki kahraman kardeşin ve Mu'cizat-ı Ahmediye'de yedi çocuğun bir cihette bir sekizincisi hükmüne geçen Süleyman Rüşdü'nün mübarek kerimesinin makine ile Zülfikar-ı Mu'cizat'a çalışmasını ve Hüsrev ve Tahirî'nin şirin ve dikkatli yazılarını
teksir etmeğe fedakârane deruhde etmelerini
bütün ruh u canımızla
onları tebrik ederek, şimdiye
kadar pek fevkalâde Nurlara ettikleri kıymetdar
ve meyvedar sâbık hizmetlerine karşı, Risale-i Nur hesabına binler mâşâallah ve bârekâllah ve veffakakümullah deriz. (Haşiye)
.
* * *
Aziz,
sıddık, fedakâr kardeşlerim!
İnebolu kahramanlarının
tebrik mektublarında iki tevafuk ve iki kuşun garib ziyaretleri çok manidardır.
Evet, benim birtek mektubumu yazan birtek adamın
hükûmetçe araştırılması ve ehemmiyetle bakılması tazyiki zamanında, şahsımdan
binler derece daha ziyade konuşan ve tesirli ders veren Risale-i
Nur'un Zülfikar-ı Mu'cizat'ın bin nüshaları ve bin dille ve binler mektubatıyla şimdiye kadar çok rakibleri
bulunan ve takib edilen ve mümaşata tenezzül edemeyen Ahmed
Nazif'in kalemiyle serbest ve mümanaat görmeden
yazılmasına; değil yalnız kuşlar, belki melekler ve ruhanîlerden bir kısım, temessül edip bu hârika muvaffakıyeti
tebrik etseler, yine çok değil. Biz dahi o küçük Isparta
kahramanlarına binler bârekâllah ve mâşâallah ve veffakakümullah deriz. Bütün ruh u canımızla onları tebrik ederiz ve bu pek büyük vazifede ihtiyat ve dikkatin lüzumunu
ihtar ederiz.
* * *
_______________________________
(Haşiye): Latif bir tevafuktur ki, bir aydan beri burada hiç yağmur gelmiyordu ve kalbimiz dahi malûm taarruzdan Nurculara gelen
füturdan ağlıyordu.
Birden Hüsrev'in iki gün evvel makine müjdesi ve Nazif'in bugün tafsilli
mektubu ve makinenin yazısının nümunesi elime verildiği aynı zamanda, -ve bana hizmet edenler- Eskişehir
ezan-ı Muhammedî'yi okumağa başlaması ve malûm çavuşa bana ihanet için emr-i cebrî veren adam tokat yediğini dedikleri aynı vakitte rahmet yağmuruyla çoktan ağlayan mahzun kalblerimizin büyük
ferahlarına ve sevinç ve inşirahlarına tam tamına tevafuku ve tetabuku, inşâallah
bir fâl-i hayırdır
sh: » (E: 159)
İnebolu civarında bulunan ve Nurlara güzel
kalemiyle çok hizmet eden kardeşlerimizden Mehmed Zekeriya'nın bir mektubunu aldım. Endişelerimi izale edip beni mesrur eyledi. Şimdi Nurların bir vazifesi olan, çocuklara Kur'an okutmak ve iman derslerini vermek
hizmetiyle meşgul olduğunu yazıyor. Ona yazınız ki: Bu hizmetin, aynen eskide
Nurlara çalışmanız
gibi kıymetlidir.
Hem
senin yazdığın kesretli risaleler, senin
bedeline Nurların neşrine hizmet ederler. Merak etmesin; o, eski makamını muhafaza ediyor.
* * *
Bugünlerde
rahatsızlık için Evrad-ı Bahaiye'yi ezber değil, kitaba bakarak okudum. Âhirinde ihtitam-ı Bahaiye olan hâtimesini bilemediğimden, eskiden beri okumuyordum. Haydi bir defa bunu da okuyayım dedim. Gördüm ki: Bir sahifede ve uzun altı buçuk satırında,
ondokuz defa "nur nur nur" kelimeleri... Kat'î kanaatım geldi ki Şah-ı Nakşibend, Gavs-ı Azam gibi Risale-i Nur'u ve
kudsî hizmetini keşfen müşahede edip tahsinkârane haber vererek ona işaretler ediyor. Ben de, yalnız o
altı satırı ve
baştaki satırı ve
âhirdeki satırı ile
otuz senelik Bahaiye virdime, o meleklerin, Nurların intişarına
muavenetleri niyetiyle ilhak eyledim.
* * *
Aziz,
sıddık kardeşlerim!
Evvelâ:
Isparta'nın acib yangınında musibetzedelerin elemlerine
ben cidden iştirak ediyorum. Çünki müteaddid vecihle ben Isparta'lı olduğum gibi; o mübarek şehir, taşıyla toprağıyla nazarımda çok ehemmiyeti var ve Nurların
Câmi-ül Ezher'i ve Medreset-üz Zehra'sının merkezi hükmündedir.
Benim
tarafımdan o musibetzedelere deyiniz ki: Nass-ı hadîsle, böyle musibetlerde ehl-i imanın zayi' olan malları tam sadaka hükmündedir. Hususan
bu zamanda, yüz sadaka kadar o fâni malları,
bâki ve daha çok ebedî mallara inkılab
ederler. Onun için sabır içinde bir cihette şükretmek gerektir. İnşâallah
dünyada dahi o keffaret-üz zünub olan zayiatın
yerine Erhamürrâhimîn ihsan eder.
sh: » (E: 160)
Geçmiş olsun, başınız sağ olsun, faidesiz merak etmeyiniz deyiniz.
Sâniyen:
Bu çeşit kazaların bir
sebebi, beşerin çirkin bir hatası bulunmasından, bu Ramazan-ı Şerif'in hürmetini ve kıymetini muhafaza etmek ve Nurları himaye etmeye, her yerden ziyade Nurların
menbaı ve medresesi olan Isparta borçludur ve vazifesidir.
Ve sefahetlere karşı şeair-i İslâmiyeyi muhafaza etmekle mükelleftir.
* * *
Hem
meselâ: لَوْلاَكَ
لَوْلاَكَ لَمَا خَلَقْتُ اْلاَفْلاَكَ beyanında "Bu hitab zâhiren Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'a
müteveccih ise de, zımnen hayata ve zevilhayata
raci'dir." fıkrası, ta'dile muhtaçtır. Çünki
küllî hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.) hem hayatın hayatı, hem kâinatın hayatı, hem İsm-i Azam'ın tecelli-i azamının mazharı ve bütün zîruhların nuru ve kâinatın çekirdek-i aslîsi ve gaye-i hilkati ve meyve-i ekmeli olmasından, o hitab doğrudan doğruya ona bakar. Sonra hayata ve şuura
ve ubudiyete onun hesabına nazar eder.
Hem
meselâ: Felsefeye temas eden bazı cümleler, "Mürur-u zamanla
kabuk bağlamış,
sonra toprağa inkılab etmiş, sonra nebatat husule gelmiş, sonra hayvanat vücuda gelmiş"
gibi tabirler, icad ve hilkat-i İlahî noktasında felsefîdir ki, Risale-i Nur'un san'at ve icad-ı İlahî cihetindeki beyanatına münasib düşmüyor.
Kardeşim Abdülmecid! Her ne ise, bu küçücük kusurla beraber sen, haşir hakkında, Nur'un emsalsiz
hüccetlerinden tam ve mükemmel bir ders alıp,
Eski Said'in mümtaz bir şakirdi olduğun gibi, inşâallah Risale-i Nur'un dahi
mükemmel bir şakirdi ve dikkatli bir muallimi
olacağına kuvvetli bir hüccettir. Ben müsaid bir vakitte bazı kelimeleri ya ıslah ve ta'dil ederek "Haşir Mes'elesine Bir İzahlı Haşiye" namında Lâhika'ya dercetmek için senin gibi Nur'dan tam ders alanlara göndereceğim. Sen evlâdlarınla beraber Fuad, her gün dualarımda
ve manevî yanımda bulunuyorsunuz. Ve senin şimdi vazife-i resmiye cihetiyle çocuklara Kur'an-ı Azîmüşşan'ı
okutmanı bütün ruh u canımla tebrik ediyorum. Bin bârekâllah derim.
Hem
civarınızda, hem memlekette bütün dost ve
akrabalara selâmımı
tebliğ ediniz. Şimdi Zülfikar Mu'cizat ve Asâ-yı Musa mecmuaları teksir makinesiyle iki merkezde
tab'edilmesinden, sen bütün kuvvetinle ve tashih cihetinde güzel kalemin ile ve
dikkatli ilmin ile tam alâkadar ol.
Kardeşiniz
Said Nursî
* * *
sh: » (E: 161)
Re'fet
ameliyat oldu mu? Ne haldedir? Merak ediyorum. Ona çok dua edildi. Sava'lı kahraman Ahmed'in kerimesi Hatice'nin yazdığı Asâ-yı Musa mecmuasını kahraman Tahirî, İstanbul'da birisine emaneten bırakmış. O nüsha hanımları Nurculuğa teşvik ettiği için zayi' olmasın. Muattal kalmışsa, lüzum kalmamışsa bana gönderilsin.
Ramazanınızı,
leyle-i kadrinizi, hem bayramınızı tebrik ederim. Kastamonu'da iken nasıl her
gün dualarımda ve manevî kazançlarımda Nur'un has şakirdlerinden Âsiye, Ulviye, Lütfiye'ler, Zehra'lar, Şerife'ler, Hacer'ler,
Necmiye'ler, Nimet'ler, Aliye'ler hissedar olmak için manen yanımda bulunuyordular; aynen şimdi de öyledirler.
Ben
sizleri unutmuyorum. Hattâ bugünlerde birden Ulviye, Lütfiye'yi merak ettim. İkinci gün, ikisinin de mektublarını, hediyelerini aldım; bunların sadakatlarına bir emare oldu. Eskiden beri
âdetim hediyeleri kabul etmemek ile beraber; sizin cübbe ve yeleğinizi bu geceki Leyle-i Kadir'de giyip Âsiye
ile beraber Kastamonu'daki bütün Nur şakirdleri
namına kabul ettim. Fakat kaideme muhalif olmamak için ona
mukabil, Emin'de bulunan risalelerimden Lütfiye, Ulviye istediklerini alsınlar veyahut benim hesabıma Mehmed Feyzi ve arkadaşları onların beğendiklerini yazsınlar.
Benim
yanıma çok defa gelen bu hemşirelerimin
masum evlâdları, Nur şakirdlerinden masumlar dairesinde dâhildirler ve çok defa hatırlıyorum.
* * *
Hadsiz
şükür ve hamd ü sena ediyorum ki; sizlerin bu mektublarınız, hem Hüsrev ve arkadaşlarına ve makinelerine, hem Nazif ve
yardımcılarına ve
makinesine ve bu kudsî yeni hizmette devam edebilmelerine ait sıkıcı çok
endişelerimi izale ettiler. Binler elhamdülillah.
Hattâ
mektublarınızı aldığımdan bir gün evvel, araba ile
gezmeğe çıkmıştım. Birden, Kur'anın medhine mazhar olan hüdhüd-ü
Süleymanî kuşu bir müjde vermek istiyor gibi
onbeş dakika kadar yolumuzu takiben sağa ve sola ve yola konup, uçup,
sh: » (E: 162)
yine gelip; hiç bu acib tarzı görmediğimiz surette, kanaatım geldi ki, yarın beni mesrur edecek bir haber alacağım. Beni gezdiren Nureddin'e dedim. O da benim gibi o kuşun o garib vaziyetinden hayret ediyordu. Birden, biz onun sırrını ifşa ettiğimizden kayboldu. İkinci
gün, hem tesellikâr Nazif'in mektubunu ve makinesinin yeni mahsulünü, hem
Abdurrahman Salahaddin'in medar-ı merak mektubunu ve bana şapka
için Ankara'da sıkıntı veren vali Nevzad'ın
intiharıyla, kendi tokadını ve cezası kendi eliyle verilmesini ve Zülfikar hizmetine hiç bir
taarruz olmadığını ve devam ettiğini; hem
Medreset-üz Zehra'nın kahramanları hiç
telaş etmeyerek Zülfikar'a devamlarını ve hakikat-ı hali
beyan etmelerini; ve çok alâkadar olduğum
Atabey kahramanlarının ve Lütfü vârislerinin ve büyük merhum Hâfız Ali'nin vekil ve vâris ve hizmet-i Nuriyede muktedir arkadaşlarının, Tahirî ve Abdullah Çavuş'un tebrik mektublarını ve Aliköyü'nün imamı Ali'nin bu yeni taarruzda pek merdane ve Nur şakirdlerine lâyık bir tarzda ve hükûmette suallerine karşı manidar ve hakikatlı cevablarını aldım ve dedim: İşte
hüdhüdün müjde sözü doğru çıktı.
Nasılki Asâ-yı Musa Risalesi tabiatta boğulanları dalaletten kurtarıyor ve bu zamanda herkese, hususan şübheye ve inkâra düşenlere lâzımdır ve tiryaktır; öyle de Zülfikar, ehl-i imana ve ehl-i ilme ve bilhassa hâfızlara elzemdir. Her bir hâfız-ı Kur'an, bu mecmuaya bu zamanda şiddetle ihtiyacı var. Kur'anın kırk vecihle i'cazını beyan eden bu eser, her hâfızın elinde bulunmalı.
Şimdiye
kadar hiç bir zaman tarih göstermiyor ki, Risale-i Nur gibi, pek çok taifelere ve
mesleklere hücum eden, bu derece, pek az ve hafif tenkidle kurtulmuş olsun. Hattâ yüz derece daha az zahmetle, yüz derece kudsî hizmet ve
mücahede mukabilinde, küçük ve muvakkat ve netice itibariyle hayırlı bir-iki hapis ve iki-üç inayetli ve fütuhatlı musibet gördüler.
Umuma
binler selâm ve muvaffakıyetlerine dua.
* * *
Kanaatım geliyor ki; bu sıralarda biz Zülfikar'ı ve
Asâ-yı Musa'yı pek çok teksir etmeye mecbur olduğumuz hengâmda ve temiz olmayan matbaacılar dahi
çekinmeleri aynı zamanda bu acib makine kolayca elimize verilmesi, o iki
mecmuanın makbuliyetine bir işaret-i
gaybiye ve inayet-i İlahiyenin bir hârika ikramıdır ve Nurların kerametidir.
Evet bir
âdi mektubum için "Kim yazmış?" diye sekiz defa bana resmen sıkıntı ve eziyet verildiği aynı zamanda, sekizyüz sahifeyi
sh: » (E: 163)
binbeşyüz nüshaya ve bir milyon sahifelere çıkaran o
makine, elbette gaybdan imdadımıza gelmiş Nurcu ve bin kalemli bir kâtibdir. Onun için bazı sahifeleri sönük çıksa, zarar yoktur. Parlak kısmı, bize şimdilik yeter. İyi
okunmayan kısmı ayrı yapılsın; sonra elmas kalemliler, herbiri bir-iki nüshayı ıslah etsin.
Bir
zaman bir memlekete şimendifer geldiği vakit,
arabacılar telaş edip dediler: "Bizim san'atımız bozuldu." Halbuki şimendiferin
gelmesiyle memlekette faaliyet çoğaldığından, faytonculuğa iki
kat ziyade ihtiyaç olmuş. İnşâallah onun gibi Nur yazıcıları değil tevakkuf, belki daha ziyade yazı ile defter-i a'mallerine hasenat kaydedecekler.
* * *
Ben
ehl-i siyasetin her nevi taziblerine karşı
"Hasbünallahü ve ni'melvekil" deyip sabır ve
tahammüle karar vermişim. Kâzım Karabekir ile eskiden münasebetim vardı. Acaba şimdi de o münasebetin sebebi olan merdane mesleğini muhafaza ediyor mu? Eğer eski gibi ise ve Nurlara zararı yoksa ve Nur'a faidesi muhtemel ise ve dost ise, benim selâmımı ona tebliğ edebilirsiniz. Fakat madem ehl-i siyaset, hayat-ı bâkiyesi için Risale-i Nur'a müracaata tenezzül etmiyor; o hayata nisbeten
beş paralık olan bu hayat-ı fâniye
için onlara müracaata ben de tenezzül etmem ve istirahatım için şekva ve rica etmem.
* * *
Merhum
Büyük Ali'nin tam vârisi ve tam bir sistemi ve merhum Abdurrahman'ın tam misli ve halefi ve mübareklerin pehlivanı ve kahramanı Küçük Ali'nin iki büyük ve pek güzel hediye-i Nuriyesini
aldık. Fakat Zülfikar'ın
âhirinde Hizb-i Nuriye'nin
sh: » (E: 164)
parçası yazılmamış; o parçayı da o hârika kalemiyle yazsın, bana
göndersin.
* * *
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Hiç
merak etmeyiniz. Yalnız duanızı almak için şimdilik şiddetli ve sû'-i kasd eseri olarak evvelce size yazdığım gibi hastalığımı beyan ediyorum. Fakat kat'iyen telaş etmeyiniz. Hadsiz şükür olsun ki; hem evradıma, hem
vazife-i tashihe mani' olmuyor. İnşâallah büyük bir sevab ve hayır var içinde. Ben kendim, bundan bir cihette memnunum; siz de hiç müteessir
olmayınız. Zâten benim vazifem bitmek üzeredir. Risale-i Nur,
hususan mecmuaları, herbir nüshası, Said'e
karşı hüsn-ü zannınızın fevkinde onun vazifesini görebilir ve görüyor; ve Nur şakirdlerinin
haslardan herbir fedakârı, o Said'in vazifesini mükemmel görebilir. İnşâallah ileride tam görecekler.
Bir Said içinizde noksan olmakla, yüzer manevî Said olan mecmualar ve binler
maddî Said'ler, içinizde hâlis ve mükemmel o vazifeyi görebilirler ve görüyorlar. Bu hakikata binaen, benim şahsıma ve başıma gelen hâdiselere çok ehemmiyet vermeyiniz. Yalnız çok dua ediniz.. za'f ve ihtiyarlık ve
ziyade teessüratıma, bence makbuliyetleri şübhesiz
olan dualarınızla yardım ediniz.
Kahraman
Tahirî'nin Nurcu masume, merhume mübarek Hicret'i dünyadan Cennet'e hicret
etmesi, hakikaten beni mahzun eyledi. Öyle bir
Nur şakirdi ve masum taifesinin ehemmiyetli bir çalışkanı gitmesi, Nur hesabına da
beni müteessir etti. İnşâallah onun yerine çoklar girecek, yerini boş bırakmayacaklar. Nasılki şimdiden Uşak'lı küçücük Haydar meydana çıktı, hicret eden hemşiremin vazifesini göreceğim diye bizi mesrur eyledi. Cenab-ı Hak,
Hicret'in peder ve validesine ve akrabasına sabr-ı cemil ihsan edip, Hicret'i onlara şefaatçi
eylesin ve o merhumeyi de merhume hemşirem Hanım'la Cennet'te mesrur eylesin, âmîn.
Uşaklı Haydar'a benim tarafımdan onu
tebrik ve Nur hizmetinde tevfikine dua ettiğimi ve
Nur'un masumlar taifesi içinde
________________________________________
(Haşiye): Memleketimizde medrese talebelerinden birisi bir kitabı bitirse veya başlasa, bir tatlı veya
yemek meftuhane veya mahtumane diye vermek âdettir. Aynen bu kaideyi Kâtib
Osman'ın üzümünde gördük.
Onun yazdığı Asâ-yı Musa'nın tashihini bitirdiğim aynı vakitte mahtumanesi olarak bu üzümün gelmesi, tatlı bir latife ve şirin bir hatıra-i
hayat-ı medresiye oldu. Nur'da şefkat
esas olmasından, hanımlar o cihette ileridir ve Nurlara ciddî yapışıyorlar. Ben "kardeşlerim" dediğim
zaman, hanım hemşirelerimi kardeşler
içinde kasdederim. Bütün mektublarımda
onlar dahi muhatablarımdır.
sh: » (E: 165)
dâhil olduğunu bildiriniz ve onun hocası İzzet'e de pek çok selâm ediyorum.
* * *
Nur şakirdleri, hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünki iman, mâl-i umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahibleri var. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre,
zendekaya, dalalete karşı cephe alır. Nur mesleğinde,
mü'minlerin uhuvveti esastır.
* * *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bir
mes'eleyi, çoktan beri size söylemek lâzım iken unutmuştum. O
da şudur: Mu'cizat-ı
Kur'aniye Risalesindeki ekser âyetler, herbiri ya mülhidler tarafından medar-ı tenkid olmuş veya
ehl-i fen tarafından itiraza uğramış veya cinnî, insî şeytanların vesvese ve şübhelerine
maruz olmuş âyetlerdir. İşte
Yirmibeşinci Söz öyle bir tarzda o âyetlerin hakikatlarını ve nüktelerini beyan etmiş ki,
ehl-i ilhad ve fennin kusur zannettikleri noktalar, i'cazın lemaatı ve belâgat-ı
Kur'aniyenin kemalâtının menşe'leri olduğunu, ilmî kaideleri ile isbat edilmiş; bulantı vermemek için onların şübheleri zikredilmeyerek cevab-ı kat'î
verilmiş. وَ الشَّمْسُ َتجْرِى { وَ الْجِبَالَ اَوْتَادًا
gibi... Yalnız Yirminci Söz'ün
Birinci Makamında üç-dört âyette şübheleri söylenmiş.
Hem o
Mu'cizat-ı Kur'aniye Risalesi de gerçi gayet muhtasar, acele yazılmış ise de; fakat ilm-i belâgat ve ulûm-u arabiye noktasında âlimlere hayret verecek derecede âlimane ve derin ve kuvvetli bir
tarzda beyan edilmiş. Gerçi her bahsini, her ehl-i dikkat tam anlamaz,
istifade etmez; fakat o bahçede herkesin ehemmiyetli hissesi var. Pek acele ve
müşevveş haletler içinde te'lif edildiğinden, ifade ve ibaresinde kusur var olması ile
beraber ilim noktasında çok ehemmiyetli mes'elelerin hakikatını beyan etmiş.
* * *
sh: » (E: 166)
Madem
Risale-i Nur, makina ile taammüm etmeye başlamış ve madem felsefe ve hikmet-i cedideyi okuyan mektebliler ve muallimler
çoklukla Risale-i Nur'a yapışıyorlar. Elbette bir hakikat beyan etmek lâzım geliyor. Şöyle ki:
Risale-i
Nur'un şiddetli tokat vurduğu ve
hücum ettiği felsefe ise mutlak değildir,
belki muzır kısmınadır. Çünki felsefenin hayat-ı
içtimaiye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemalât-ı insaniyeye ve san'atın terakkiyatına
hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise, Kur'an ile barışıktır. Belki Kur'anın hikmetine hâdimdir, muaraza edemez. Bu kısma Risale-i Nur ilişmiyor. İkinci kısım felsefe, dalalete ve ilhada ve tabiat bataklığına düşürmeye vesile olduğu gibi
sefahet ve lehviyat ile gaflet ve dalaleti netice verdiğinden ve sihir gibi hârikalarıyla Kur'anın mu'cizekâr hakikatlarıyla
muaraza ettiği için, Risale-i Nur'un ekser eczalarında mizanlarla ve kuvvetli ve bürhanlı
müvazenelerle felsefenin yoldan çıkmış bu kısmına ilişiyor, tokatlıyor;
müstakim, menfaatdar felsefeye ilişmiyor.
Onun için mektebliler, Risale-i Nur'a itirazsız
çekinmeyerek giriyorlar ve girmelidirler. Fakat gizli münafıklar nasılki bir kısım hocaları bütün bütün manasız ve
haksız bir tarzda, ehl-i medresenin ve hocaların hakikî malı olan Risale-i Nur aleyhinde istimal ettikleri gibi; bazı felsefecilerin enaniyet-i ilmiyelerini tahrik edip, Nurlar aleyhinde istimal
etmek ihtimaline binaen, bu hakikatı Asâ-yı Musa ve Zülfikar mecmualarının başında yazılsa münasib olur.
* * *
Safranbolu
Eflani nahiyesi Mülayim Köyü'nde mütekaid muallim bir kardeşimiz ve Nur'un has şakirdi, Nurların neşri ve tab'ı için âdeta sermayesinin kısm-ı azamını teberru etmek istiyor, kabulünü rica ediyor. Ben bu
hâlis ve has kardeşimizin fedakârane ve hâlisane ricasını reddedemiyorum ve dünya malları kaide-i şahsiyeme girmediği ve
muavenetleri kendime kabul etmediğim için bu işdeki
maslahatı da bilemiyorum. İki Isparta'nın kahramanlarına ve
Hüsrev ve Tahirî ve arkadaşlarına ve Nazif ve refiklerine bu mes'eleyi havale ediyorum.
Nur'un neşri için böyle çok büyük bir hayır ve
sevaba mani' olamam. Sizler ya bütün niyet ettiği mikdarı veyahut bir kısmını iki hisse ile, biri büyük Ispar
sh: » (E: 167)
ta'nın, biri küçük Isparta'nın
makinelerine verilsin. Onun istediği gibi
ya teberru veya ileride başka muavenet edenler gibi bir mukabele nev'inde, ya
Nurlardan veya başka bir istediği ne
varsa vermek suretiyle o has kardeşimizi
memnun edersiniz.
* * *
Rumuzat-ı Semaniye'yi yazdığım zaman hem çok acele te'lif edilmiş, hem benim eski mahfuzatıma itimad ederek, takribî iki mikyas yaptım. Onunla, hem eski ülemanın hesablarına binaen hurufat-ı
Kur'aniyenin i'caz cihetinde esrarını yazdım. Sonra meşhur Kamus-ül Lügat sahibi Mecdüddin-i Firuz Abadî'nin,
El-Mikyas namındaki tefsir-i meşhuru ve
makbulünün hurufat ve kelimat-ı Kur'aniyeye dair beyanatına baktık, yüzde doksanı bizim hesabımıza tevafuk etmiş. Yalnız beş-on yerinde muhalefet gördük.
Sonra tahkikî bir hesab yaptım. Bizimki doğru,
onunki matbaaların sehvi olduğu
tahakkuk etti. Madem böyle azîm yekûnlardaki tevafuklarda küçük küsuratlar ve
küçük farklar zarar vermez diye daha tam tamına
tahkikî bir tarzda bütün Kur'anı, bütün hurufatıyla ve
kelâm ve kelimatıyla hesab etmeğe ve
letaif-i i'caziyeyi onunla tam takviye etmeğe vakit
bulamadım. Zalimler, bana vakit bırakmadılar. Ben de o takribî mikyaslarımla ve
mahfuzatımla ve eski ülemanın
hesablarına ve Kenz-ül Arş Duasındaki adedlerime iktifa eyledim.
* * *
Nazif Çelebi'nin İnebolu hâlis kardeşlerimizin
namına bayram tebriki ile ve Zülfikar'ın gayet dikkat ve ehemmiyet ve ihtiyatla devam-ı hizmeti ve Mu'cizat-ı Kur'aniye'yi de bitirip zeyillerinden bir kısmını da tamam etmesi ve Abdurrahman Salahaddin'in Amerika
misyonerlerine dört-beş ay okutturduğu Asâ-yı Musa ve Mu'cizat-ı Ahmediye'yi emin bir vasıta ile
bizim namımıza Câmi-ül Ezher'e hediye edip göndermesini ve ehemmiyetli bir Nur şakirdi
Ahmed Kureyşî'nin onların makinesinin masrafına yüz
banknot vermesini beyan eden bir mektubunu aldım. Bu
kahraman Nazif kardeşimize ve gayet ciddî ve sebatkâr ve tam
sh: » (E: 168)
alâkadar İnebolu Nurcularına ve
Ahmed Kureyşî ve rüfekalarına, hem
bayramlarını, hem devamlı
hizmetlerini, hem yüksek sadakatlarını, hem Zülfikar'ın tab' ve muvaffakıyetini,
hem Salahaddin'in Câmi-ül Ezher'le Medreset-üz Zehra'nın münasebetini temine çalışmasını ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak
onları muvaffak eylesin, âmîn. Ve hizmetlerini tam makbul
eylesin, âmîn.
* * *
Câmi-ül
Ezher ülemasına gönderilen iki nüsha benim tashihimden geçmemiş olduğundan, bazı harekeler ve arabî kelimelerde sehivler elbette vardır. Hususan âhirdeki arabî Hülâsat-ül Hülâsa harekelerinde İlm-i Nahivce, başka nüshalarda müteaddid sehivler gördüm. Onun için, tam arabî hocalarının tedkikinden geçmiş birer nüsha Asâ-yı Musa
(Haşiye) ve Zülfikar'dan, münasib gördüğünüz zaman Câmi-ül Ezher'e göndermekle beraber; onlara yazınız ki: Nur Risalelerinin Medreset-üz Zehrası, Câmi-ül Ezher'in şefkatine çok muhtaç bir mahdumudur, bir talebesidir; şiddetli düşmanların hücumuna hedef olmuş bir şakirdidir ve bütün medreselerin başı ve
âlem-i İslâm'ı daima tenvir eden o büyük Câmi-ül Ezher'in küçük bir
daire ve şubesidir. Onun için, o âlîkadr üstad ve müşfik peder ve hamiyetkâr mürşid-i azam, bîçare evlâdına ve şakirdlerine tam yardım etmesini onların
ulüvv-ü himmetinden bekliyoruz. O pek büyük üstadımıza takdim edilen iki kitab ise; bir talebe, dersini ne derece anlamış diye akşamda babasına ve üstadına yazıp vermesi gibi; o iki dersimiz, o şefkatli allâmelerin nazar-ı müsamahalarına
arzedilmiş.. diye bu mektubu yazarsınız.
* * *
Pek çok
alâkadar olduğum ve Risale-i Nur'un gayet ehemmiyetli bir merkezi ve az
zamanda, pek çok Nur işini gören Denizli Hüsrev'i ve gayet ciddî ve sadık rüfekaları, hususan hâkim-i âdil ve Muharrem ve Hâfız Mustafa vesairenin namına bayram tebrikiyle, Hasan Feyzi'nin şiddetli ve tehlikeli hastalığını beyan eden bir
____________________________
(Haşiye): Yanımda bulunan ve noksan tashihimden geçen bir Zülfikar'la
bir Asa-yı Musa'yı size gönderebilirim. Tam bir mukabeleden sonra, siz isterseniz
kendi nüshalarınızı Mısır'a gönderirsiniz.
sh: » (E: 169)
mektubu, çok
ehemmiyetli bir kardeşimiz olan Muharrem'den aldım.
Kanaat-ı kat'iyem geldi ki; Hasan Feyzi, aynen şehid Hâfız Ali (R.H.) gibi, benim musibetimin kısm-ı azamını kendine alıp manevî bir fedakârlık eylemiş. Hâfız Ali benim bedelime birkaç emare ile berzaha gittiği gibi, bu Hasan Feyzi de aynı hastalığım zamanında, aynı vakitte, aynı
müddette, aynı tarzda, aynı sıkıntılı dışarıya çıkmamakta tevafuku, kuvvetli bir emaredir ki; bana çok acıyan ve şefkat eden o kardeşimiz,
manen hastalığımı kısmen kendine aldı. Bu dört cihetle tevafuk içinde yalnız bir
fark var. Benimki zehirden, tesemmümden; onunki soğuktan gelmiştir. Elbette Hastalar Risalesi bizim bedelimize onu
teselli edip, iyadet-ül mariz gibi keyfini sormuş ve
hastalıktaki büyük sevablar ve sıkıntılarını sürura kalbetmiş. Cenab-ı Hak şifa-i âcil ihsan eylesin, âmîn!
* * *
Bir
zaman Barla'da temsil için yazdığım bir risalede: İki adam,
İstanbul'a gidecek. Birisinin yüzde doksandokuz dostu İstanbul'dadır. Onun için oraya iştiyakla
gider. Öteki onun aksi, ilâ âhir.. mealinde birşey yazılmış. Şimdi aynen bu hastalığımın ihtarıyla, geçmiş zamana geçtim ve o zamanlarda hayatımı geçirdiğim memleketlerde de hayalen gezdim. O şirin hayatımın devirlerinde, her memlekette yüz dostumdan ancak
bir-ikisini görebildim. Ötekiler, berzah memleketlerinde... Hattâ kendi Nurs Köyümde, birtek amucazadem ve talebem Molla Davud da (R.H.) eski ahbablarım, akrabalarım yanına berzaha gittiğini gördüm. Yirmi seneki ayrı ayrı ikinci vatanım sayılan Barla, Kastamonu gibi yerlerde, üç kısım dosttan ancak iki kısmını gördüm; ötekiler de gitmek üzeredirler. Bu hayalî hakikata binaen,
hakikaten Nurların ışığıyla nuranî gördüğümüz berzaha gitmek, bana değil ağır gelmek; belki bir iştiyak
verdi. Benim bedelime hem vazifemi görüp, hem
sevab kazandıracak yüzer Hüsrev'ler, Tahirî'ler, Mustafa'lar,
Nazif'ler, Osman'lar, Abdurrahman'lar, Ali'ler, Sabri'ler, Feyzi'ler,
Ahmed'ler, Mehmed'ler, Âtıf'lar, Mustafa'lar, Sadık'lar,
Osman'lar ve hâkeza Nurların bahadırları dünyada arkamda kaldıkları, ölümü bana çok hafifleştiriyorlar.
Yalnız günah cihetinde ölüyorum,
hasenat cihetinde yaşıyorum diye Allah'a hadsiz şükrediyorum.
* * *
sh: » (E: 170)
Evvelen:
لِكُلِّ
مُصِيبَةٍ اِنَّا لِلّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ Risale-i
Nur'un kahramanlarından ve Hâfız Ali'nin makamına geçen
merhum Hasan Feyzi'nin vefatı, Denizli'ye, Risale-i Nur dairesine ve bu memlekete ve
âlem-i İslâm'a büyük bir zayiattır. Fakat
kendisi, pek samimî ve hâlis ve fevkalâde beyanatıyla ve
dersleriyle, inşâallah kendi yerinde çok Hasan Feyzi'lerin yetişmesine bir zemin ihzar etmiş, sonra gitmiş. Aynen
biraderzadem Abdurrahman gibi, bir-iki senede on sene kadar Nurlara kıymetli hizmet etti. Güya o da, Abdurrahman da çabuk dünyadan gideceğiz diye on senelik vazifeyi bir-iki senede gördüler.
Ben, merhum Hasan Feyzi'nin vefatını onun şahsı itibariyle tebrik ediyorum ve Denizli'yi ve Nur
dairesini ve bu memleketi cidden ta'ziye ediyorum. Bu çeşit zülcenaheyn ve hakikî mü'min ve müdakkik bir âlim ve yüksek bir edib,
muallim ve tesirli bir vaiz ve müderrisi kaybettiği için,
büyük bir musibettir. Cenab-ı Hak, inşâallah Denizli gibi kahramanlar ocağından çok Hasan Feyzi ruhunda Nurlara sahib ve naşir çıkaracak. Bir tane toprak altına girer, vefat eder; fakat yüz tane sünbüller meydana geldiği gibi; rahmet-i İlahiyeden ümidvarız ki,
Hasan Feyzi de öyle kudsî bir sünbül verecek. Çok Hasan Feyzi'ler Nur dairesinde yetişecekler,
vazifesini daha ziyade yapacaklar.
Sâniyen:
Bu kahraman kardeşimizin, hayatta kaldığı gibi,
defter-i hasenatına herbirimiz, manevî kazançlarımızı -umumda olduğu gibi,
hususî bir surette dahi- o kardeşimize hediye etmeliyiz. Ben kendim onu da, Hâfız Ali, Hâfız Mehmed ve Sava'lı Ahmed
ve Mehmed Zühdü'nün beşincisi olarak evliya-i azîmenin has dairesinde manevî
kazançlarımı ona da bağışlamaya karar verdim. O zâtın ağır şerait altında Nurların intişarına büyük hizmetler eden Nur hakkındaki fıkraları, Lâhika'da olduğu gibi,
münasib gördüğünüz bazı mecmuaların âhirine de o tesirli mektublarının birer tanesini ilhak ediniz. Nasılki Asâ-yı Musa ve Zülfikar'da yazılıyor; tâ onun o canlı fıkraları, onun bedeline Nurlara hizmet etsin.
Hem
benim bedelime onun küçücük medrese-i Nuriyesi olan hanesindeki akrabasına ve Denizli ve civarındaki büyük medrese-i Nuriyedeki refiklerine ve
talebelerine ve Nur şakirdlerine ta'ziyemizi tebliğ edip deyiniz ki: Ben, bütün ömrümde, bu derece, bir vefattan bu kadar müteessir olup ağlamamıştım.
sh: » (E: 171)
Hem size
bundan evvel yazdığım mektubdaki şiddetli
hiddetim ve dimağımdaki perişaniyet, şimdi tahakkuk etti ki, o kahraman kardeşimizin vefatı gününden başlamış. Hattâ o tesir, ihtiyarımı selbetmişti. Öleceğim diye hizmetçiye vasiyetimi söyledim. Demek ikinci bir ruhum hükmünde, Hasan Feyzi benim bedelime ölmüş ve ölüyor. Hattâ onun vefat mektubu, bütün bütün âdetime
muhalif bir buçuk saat elimde iken açamıyordum.
Her ne ise... Bütün bu elîm acılara mukabil, inayet-i İlahiye
imdada geldi; hem kendimi, hem onu, hem Nurcuları
mesrurane ruh u canımızla ta'ziye içinde tebrik ettim. Bin bârekâllah ve binler
rahmetullah dedim, terhisini alkışladım.
Sâlisen:
Merhum Hasan Feyzi'nin berzaha gitmesi ve vazifesi münhal kalması ve mekteblileri Nurlara sevkeden yüksek muallimlik ve mekteb-i fünunda
mütefenninlik sıfatları çok mekteblilere bir parlak nümune-i iktida olması cihetini teessüfle düşünürken, birden aynı
sistemde hem muallim, hem iki mahdumuyla Nurcu, hem Hasan namında, hem bu iki Hasan'lar gibi müstesna ve fedakâr bir muallim olan Ahmed
Fuad'ı Nur dairesine girmeğe vesile
bulunan Daday'lı Hâfız Hasan'ın üç seneden beri hiç mektubunu almadığım ve halini ve Nurlara devamını bilemediğim halde, bir mektubunu aldım.
Dedim: Bir muallim Hasan gitti, yerine bir muallim Hasan ve çok fedakâr diğer bir muallim Ahmed geldi.
Aynı vakitte, hacca gidip yeni gelen Bolvadin'li bir Hasan yanıma geldi. Nur dairesine girdi, risaleleri aldı, tenvir
etmeğe başladı.
Üç-dört saat sonra, Emirdağı'nın bir Hüsrev'i ve Feyzi'si, çok hayırlı olan tabib Hayri yanıma geldi. Dedi: "Buranın
ehemmiyetli bir mekteb muallimi Abdurrahman, (Bu muallim aynen Feyzi kadar Nur'a
hizmet etti) Nurlara talebe olmak istiyor. Kabul etseniz, Asâ-yı Musa'yı vereceğiz." Dedim: Veriniz.
Hem o
merhum Hasan Feyzi gibi az zamanda çok hizmet eden kardeşimiz Mustafa Osman'ın o günde gelen mektubunu gördüm ki;
Kastamonu Lisesi'ni kısmen bir cihette şereflendiren
ve şimdi Dâr-ül Fünun'u nurlandırmağa çalışan mektebli Mustafa, Nur makinesi münasebetiyle Nurlara
zarar gelmemek için matbuat kanununu hatırlatıp ihtiyatkârane muhaberesinden bahsediyor. (Haşiye)
(Haşiye): Komünistliği, dinsizliği, anarşistliğin esaslarını neşreden bazı ceridelere matbuat kanunları ilişmediği halde, bu vatan ve milletin temel taşını muhafazaya pek tesirli bir surette hizmet eden Zülfikar
ve Asâ-yı Musa mecmualarının makinelerine nasıl ilişebilir ve neden ilişirler?
Hakikaten hayret ediyorum.
sh: » (E: 172)
Ben
dedim: Hadsiz şükür olsun ki; bir muallim terhis edildi, onun bedeline
iki Hasan ve iki Mustafa ve üç muallim ve bir çalışkan
muallim, vazifeleri içinde Denizli kahramanının vazifesini görüyorlar. İşte bu hal işaret eder ki: Nasıl Hâfız Ali gitti, Denizli onun yerine geldi, acısını unutturdu; öyle de
bir Hasan Feyzi gitti, yerine bir dâr-ül fünun gelecek, inşâallah acısını unutturacak.
Umum
kardeşlerime selâm.
* * *
Evvelen:
Kahraman Nazif'in ve hakikaten Nazif ruhunda ve sadakatında kendi arkadaşlarının makine ile vesair cihette Nur'a hizmetleri, bu
memleketi cidden minnetdar edecek bir vaziyettedirler. Cenab-ı Hak onları muvaffak eylesin, âmîn. Hususan makinelerinin mahsulatı hem zînetli, hem açık, hem sıhhatli (Haşiye) olmasından, büyük bir muvaffakıyettir.
Cenab-ı Hak Nazif'e çok Salahaddin'ler, İbrahim'ler vermiş.
Benim
kendi hattımla Zülfikar'ın başında bir parça yazımı istiyor. Gönderdiği yağlı dört sahifeyi kendi yazımla bu
rahatsızlığım zamanımda bizzât yazamadığımdan,
ben söyleyip benim daimî kâtibim yazsın. Bazı kelimeleri ben yazacağım.
Nazif
kardeşimizin hem İstanbul, hem İnebolu
Nurcularının namına bayram ve yeni sene teberrükü hesabına gönderdiği maddî üç nevi teberrükü aldım. Onların umumu namına âdetime muhalif olarak kabul ettim. Allah onlardan razı olsun, âmîn. Onların hatırı için kaidemi kırdım. Ve manevî ve firdevsî olan Nur Zülfikar'ı ikinci
Salahaddin olan Küçük İbrahim'in namına ve
ekseriyet-i mutlakası Sözler'i gayet güzel bir surette yazan ve Nazif sadakatında ve alâkasında bulunan kardeşimiz
Mustafa Osman'ın umum Safranbolu Nurcuları namına gönderilen iki mecmuayı da
beraber aldık. Cenab-ı Hak Zülfikar'ın ve o
iki mecmuanın harfleri adedince onların, İbrahim ve Mustafa ve İzzet ve refiklerinin ve yardımcılarının defter-i a'maline hasenatlar yazsın ve her harfine
____________________________
(Haşiye): Bu defaki yirmidört sahifede yalnız iki-üç
noktada خ ح
olmuş, başka yok. Bir çok kelimesi noksan, mana anlaşılır; daha tamamına
bakamadım.
sh: » (E: 173)
mukabil yüz rahmet
eylesin, âmîn.
Hakikaten
Mustafa Osman, ehemmiyetli ve çok gayretli iki cenah buldu. Nazif'in
Salahaddin'i ve İbrahim'i gibi; muallim Ahmed Fuad'ı ve dâr-ül fünundaki Mustafa Oruc'u bulmuş; o iki
cenahla, inşâallah Nur hizmetinde çok iş görecek. Hattâ Mustafa Oruç'la muallim Ahmed Fuad gibi zâtların bu sırada tesirli bir surette hizmet-i Nuriyeye geçmeleri,
Denizli kahramanı Hasan Feyzi'nin vefat acısını bir derece izale ediyorlar. Küçük İbrahim, Nazif'e ikinci bir Salahaddin hükmüne geçip çoluk çocuğuyla, kardeşiyle ve refikasıyla
Nur'a ve makineye pek ciddî çalışması, mektubunda namları bulunan
Sâlih ve Gülcü Hüseyin ve Osman ve Zühdü ve İzzet ve Ömer ve sair oradaki Nurcuların sebatkârane, sarsılmadan
Nur hizmetinde terakki etmeleri bizleri çok mesrur ettikleri gibi; bu memleketi
de ileride çok minnetdar edecekler. Mâşâallah İnebolu, küçük bir Isparta ve tam bir medrese-i Nuriye olduğunu isbat ettiler.
Sâniyen:
Nurs köyü ve Nursî lâkabımla ve
Nurlarla münasebetdar üniversite mektebinin pek gayretli bir Nurcusu ve bir
Abdurrahman ve bir Salahaddin kabiliyetinde Mustafa Oruc'a evvelce eski harfle
gönderdiğimiz mecmualardan sonra, yeni harfle sekiz-dokuz parçayı da, onun istemesi ve "Üniversite talebeleri çok muhtaç ve müştaktır" demesi üzerine gönderdik.
Fakat o genç şakirdin tecrübesi az olmasından,
Nurların himayesine kâfi gelmediğinden ve
lâyık ellere vermek ve muattal kalmamak için, Nur şakirdleri hususan İstanbul'a yakın olan
veya uğrayan veyahud İstanbul'un
içinde bulunanlar, Nur'un neşir ve himayesinde ona yardım etmek
lâzımdır.
Sâlisen:
Denizli'nin bir manevî kahramanı merhum Hasan Feyzi'nin (R.H.), Isparta kahramanı merhum Hâfız Ali'nin (R.H.) yanına
gitmesi gerçi bizi çok müteessir ediyor, fakat onun gayet has bir talebesi ve
Nur'un hâlis bir şakirdi sıddık Muharrem'in dediği gibi
deriz: O, bir cihette ölmemiş; belki vazifesini acele bitirmiş, âlem-i berzaha istirahat için gitmiş, terhis
edilmiş. Hâfız Ali ile beraber, manen, şefaatleriyle
ve bıraktıkları tesirli Nur hakkındaki
eserleriyle yardım ediyorlar; yine manen Nur'a çalışıyorlar. Elbette manevî şehid hükmünde olmalarından,
"Meyve"nin Onbirinci Mes'elesindeki İlm-i
Nahiv talebesinin kendini medresede bildiği gibi;
Hâfız Ali ile Nur hakikatlarının müzakeresi ve vefat eden Nurcuların
dairesinde meşgul olmalarını, merhamet-i İlahiyeden
kuvvetle ümidvarız. İnşâallah
sh: » (E: 174)
Cenab-ı Hak onun vazifesini dünyada gördürecek Nur dairesinde çok Hasan Feyzi'leri yetiştirecek. (Haşiye)
Yalnız o mübarek kardeşimiz, benim gibi resmî ilâçlardan çekinmediği için bir sehivdir. Ben ondan ziyade ızdırabda iken, "Nurcuların duası yeter" diye maddî ilâçları aramadım ve hastalık hakkında kimsenin fikrini alıp evham
etmedim. O merhum kardeşimiz, bu noktada bana muvafakata muvaffak olamamış. Nurlar hakkında parlak fıkralarında, bu bîçare kardeşine kendini kurban etmeğe söz verdiğinden ve Nur vazifesini acele yapmasıyla istirahat âlemine gitti. Ben hem onun akrabasını, hem Muharrem gibi kıymetli,
ciddî talebelerini ve Denizli ve civarı
Nurcularını tekrar ta'ziye edip, bizler gibi onlar da o merhumu
hasenatlarına hissedar ederek hasenat cihetinde ölmemiş gibi, defter-i hasenatına
haseneler yazdırsınlar diyerek umum onlara binler selâm ve ona binler
rahmet deriz.
Râbian:
Bir zaman bin kalemle Nurlara çalışan Sava kahramanlarından ve
Nur'un ehemmiyetli şakirdlerinden Mustafa Yıldız'ın hüdhüdmisal kuşu
"Hüdhüd-ü Süleymanî" nev'inde Nur işleri
hakkında hârika vaziyetleri göstermek
acib değil, çok emsali var. Kuşların Nurlarla alâkadarlıkları, çok hâdiselerle tahakkuk etmiş.
Hapishanede,
hakikaten şahsıma ve Nurcuların
ittihadına ve mahpusların
Nurcularla tevafukuna unutulmayacak derecede Hilmi ile hizmet eden ve
memleketinde hapisten evvel ve sonra kahramanane çalışan ve ismine tam mutabık Sadık Bey'in, akrabasıyla,
validesiyle tebrikine ve benim namıma orada
kurban kestiğine mukabil, bin bârekâllah ve mâşâallah deriz. Ve onunla Risale-i Nur'a hem talebe ve bize selâm gönderen Sâlih oğlu Osman'a hem selâm ederiz, hem Nur dairesinde kabul
edildi deriz.
* * *
_____________________________
(Haşiye): Bu merhum kardeşimizin Nur'a ait müteaddid vazifelerini tamamen görecek ve şakirdlerin tensibiyle ve meşveretiyle
intihab edilecek bir yeni kahraman bulununcaya kadar, o vazifeleri taksim-ül
a'mal suretinde herbir şakird bir vazifesini yapmağa başlasın. Demirbaş Ali Osman, bu vazife Isparta'da sana düştü. Hem oradaki kardeşlerin meşvereti ile, onun yeri boş
kalmamak için Nur'la onun gibi çok alâkadar birisi, şimdilik Denizli Hüsrev'i vaziyetini alsın. Ona
hediye ettiğim takkeyi muhafaza etsin, tâ hakikî sahib çıkasıya kadar.
sh: » (E: 175)
يُوزَنُ مِدَادُ الْعُلَمَاءِ بِدِمَاءِ الشُّهَدَاءِ
مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِاَةِ
شَهِيدٍ
Bu iki
hadîs-i şeriften alınan bir ilhamla, Risale-i Nur'u yazmanın dünyevî ve uhrevî pek çok faidelerinden, Risale-i Nur'da beyan edilen ve şakirdlerinin tecrübeleriyle tasdik edilen yalnız birkaç tanesini beyan ediyoruz.
Beş türlü ibadet
1- En
mühim bir mücahede olan ehl-i dalalete karşı manen
mücahede etmektir.
2- Üstadına neşr-i hakikat cihetinde yardım
suretiyle hizmet etmektir.
3-
Müslümanlara iman cihetinde hizmet etmektir.
4-
Kalemle ilmi tahsil etmektir.
5- Bazan
bir saati bir sene ibadet hükmüne geçen, tefekkürî olan bir ibadeti yapmaktır.
Beş türlü de dünyevî faidesi var
1- Rızıkta bereket.
2- Kalbde rahat ve sürur.
3- Maişette sühulet.
4- İşlerinde muvaffakıyet.
5- Talebelik faziletini almakla,
bütün Risale-i Nur talebelerinin has dualarına hissedar olmaktır.
Kalemle
Nurlara hizmet ve sadakatla talebesi olmanın iki mühim neticesi vardır:
1- Âyât-ı Kur'aniyenin işaretiyle, imanla
kabre girmektir.
2- Bütün şakirdlerin manevî
kazançlarına,
Nur dairesindeki şirket-i
maneviye sırrıyla, umum onların hasenatlarına hissedar olmaktır.
Hem bu talebesizlik zamanında, melaikelerin
hürmetine mazhar olan (Haşiye)
talebe-i ulûm-u diniye sınıfına dâhil olup âlem-i
berzahta -talii varsa, tam muvaffak olmuşsa- Hâfız Ali ve
"Meyve"de bahsi geçen meşhur talebe gibi; şüheda hayatına mazhar olmaktır.
(Haşiye): Bazı ehl-i keşfin kat'î müşahedesiyle sabittir.
*
* *
sh:
» (E: 176)
Makine ile çıkan mecmuaların başında yazılacak fıkra şudur:
Risale-i Nur'un bütün eczalarını iki sene hem Ankara,
hem Denizli mahkemeleri ve ehl-i vukufu tedkikten sonra hem beraetimiz, hem
umum Risale-i Nur eczalarını bana teslime
müttefikan karar vermelerine binaen, neşirlerine bir mani' yoktur.
Bana verilen Risale-i Nur'dan birisi, bu mecmuanın eczalarıdır.
Isparta'da hem mekteblerde, hem
câmilerde din lehindeki icraatlar, Zülfikar'ın manevî fütuhatı sayılabilir. İnşâallah Isparta nasıl Nurların medresesi olmuş, başka vilayetlere de
ders veriyor, inşâallah
şeair-i
İslâmiyede
de birinci hüsn-ü misal ve nümune-i imtisal olacak. (Haşiye)
*
* *
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Bu şiddetli maddî ve
manevî kışın,
sıkıntılı maddî ve manevî
hastalığı
vaktinde dünyadan müfarakat ve pek çok alâkadar olduğum Nurcu kardeşlerimden iftirak
ihtimalinden gelen elemler beni sıkarken,
birden Sıddık Süleyman, Nur
santralı
Sabri, umum o havalideki kardeşlerim
namına
ve nesebî akrabalarımın da hesabına, Abdülmecid ve
Abdurrahman manasında
buraya geldiler. Cenab-ı
Hakk'a şürediyorum;
onların
gelmesi, bir panzehir hükmünde bana ilâç oldu. Ben de buradaki âdetime muhalif
olarak ne olursa olsun yanıma
davet ettim, geldiler. İki-üç
saat kadar tam bütün meraklarımı, hususan Barla'daki
dostlarımın hallerini
anlamakla, Barla'daki eski zamanıma
mesrurane bir seyahat-ı
maneviye-i hayalî yaptık.
Ondan bir ferah, bir inşirahla
elîm sıkıntılarım zâil oldu. Onları bir-iki gün burada bırakmak isterdim.
Fakat bu fena zaman ve buranın
evhamlı
vaziyeti müsaade etmedi. Bu iki kardeşimizi, umumunuzun hesabına kabul ettim. Ve
kendime bedel, umumunuza iki canlı
mektub olarak gönderdim.
Sâniyen: İkinci gün, çok ziyade
merak ve alâka peyda ettiğim
___________________
(Haşiye): Ehl-i siyasete hiç
bakmadığım
halde, bugün tesadüfen kulağıma
girdi ki; bazı
câmileri kaldırmak
için bir mecliste, bir kısım dinsiz meb'uslar
çalışmışlar. Aynı vakitte beni tesmim
(zehirlendirmesi) ve Hasan Feyzi'nin ölüm hastalığı tesadüfe benzemiyor.
Bu üç sû'-i kasd aynı
zamanda birbiriyle alâkadar görünüyor.
İkisi
şimdilik
akîm kaldı,
birisi bir kahramanı
aldı.
sh:
» (E: 177)
dâr-ül
fünun gençlerinin, üniversite talebelerinin namına, şimdiden dokuz tane
hakikî Nurcu ve küçük Salahaddin'ler ve Abdurrahman'lar nev'inde dâr-ül fünunun
tenvirine ciddî çalıştıklarını bildiren bir mektub
aldım.
O küçük Abdurrahman'lar ise: Mustafa Oruç, Konya'lı Ziya ve Sabri'nin
mahdumu Feyzi ve Bahaeddin, Abdurrahim ve Kastamonu'lu Ömer ve Aziz ve Şükrü
ve Sabri gibi ciddî genç Nurcular Nurlara sahib olmaları, merhum biraderzadem
Abdurrahman ve Fuad yeniden on tane olarak dünyaya gelip vazife-i Nuriyeye başlaması gibi beni hem
sevindirdi, hem hastalığımı da hafifleştirdi.
Sâlisen: Zülfikar'ın makine ile hitama
yaklaşması, Nurcular belki
bütün memleket için bir saadettir. Bu saadeti elden kaçırmamak için, ne kadar
ihtiyatlı
tedbirler varsa yaparsınız. Eğer farz-ı muhal olarak, -inşâallah olmaz- Âyet-ül Kübra'ya yapılan tecavüz gibi bir
arama olsa, bütün nüshalar tecavüze maruz kalmasın. Gerçi şimdi tecavüz etmezler
ve edemezler, belki musalahaya çalışıyorlar; fakat gizli zındıklar, kendilerini
istikbalin lanetinden kurtarmak için, elbette bahaneler arıyorlar ve hüküm
ellerinde bulunanları
aldatıyorlar.
Onun için, hıfz
u inayet-i İlahiyeye
tam itimad ederek ihtiyat edilmeli. İnşâallah Zülfikar
kendini tecavüzden muhafaza edecek ve mütecavizlerin başını dağıtacak veya imana
getirecek.
*
* *
Aziz, sıddık kardeşim ve bu fâni dünyada
hamiyetli ve ciddî bir arkadaşım!
Evvelâ: Bütün dostlarım ve hemşehrilerimden en
ziyade zâtınız ve bazı Erzurum'lu zâtlar,
benim bu işkenceli
ve mazlumiyet haletimde şefkatkârane
ciddî alâkadarlığınıza ve imdadıma fikren koşmanıza cidden çok
minnetdarım;
âhir ömrüme
kadar unutmayacağım.
Size bin mâşâallah
ve bârekâllah derim.
Sâniyen: Mesleğime ve Risale-i
Nur'dan aldığım
dersime bütün bütün muhalif olarak ve on seneden beri fâni dünyanın geçici,
ehemmiyetsiz hâdiselerine bakmamak olan bir düstur-u hayatıma da münafî olarak,
sırf
senin hatırın ve merak ettiğin ve bu defaki uzun
mektubun için vaziyetime ve zalimlerin işkencelerine ait birkaç
maddeyi beyan edeceğim.
Birincisi: Otuz sene evvel Dâr-ül
Hikmet a'zası
iken, bir gün arkadaşımızdan ve Dâr-ül Hikmet
a'zasından
Seyyid Sa'deddin Paşa
sh:
» (E: 178)
dedi
ki: "Kat'î bir vasıta
ile haber aldım;
kökü
ecnebide ve kendisi burada bulunan bir zendeka komitesi, senin bir eserini
okumuş.
Demişler
ki, bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zendekayı, dinsizliği) bu millete kabul
ettiremiyeceğiz.
Bunun vücudunu kaldırmalıyız." diye senin
idamına
hükmetmişler.
Kendini muhafaza et." Ben de "Tevekkeltü Alallah, ecel birdir,
tegayyür etmez" dedim.
İşte bu komite, otuz sene belki
kırk
seneden beri hem tevessü' etti, hem benimle mücadelede herbir desiseyi istimal
etti. İki
defa imha için hapse ve onbir defa da beni zehirlemeye çalışmışlar (şimdi ondokuz defa
oldu.) En son dehşetli
plânları,
sâbık
dâhiliye vekilini ve Afyon'un sâbık
valisini, Emirdağı'nın sâbık kaymakam vekilini
aleyhime sevketmeleriyle, resmî hükûmetin nüfuzunu bütün şiddetiyle aleyhimde
istimal etmeleridir. Benim gibi zaîf, ihtiyar, merdümgiriz, fakir, garib,
hizmete çok muhtaç bir bîçareye o üç resmî memurlar, aleyhimde öyle bir propaganda ve
herkesi korkutmak o dereceye gelmiş ki; bir memur bana selâm
etse, haber aldıkları vakitte değiştirdikleri için,
casusluktan başka
hiçbir memur bana uğramadığını ve komşularımın da bazıları korkularından hiç selâm
etmediklerini gördüğüm halde; inayet ve hıfz-ı İlahî bana bir sabır ve tahammül verdi.
Emsalsiz bu işkence,
bu tazyik, beni onlara dehalete mecbur etmedi.
İkincisi: Belki tahattur
edersin, Ankara'da divan-ı
riyasetinde Mustafa Kemal'le münakaşa zamanında, ona karşı dedim: "Namaz kılmayan haindir,
hainin hükmü merduddur." Yüzüne şiddetli mukabele ettiğim halde; bana karşı ihanet ve hakarete
cesaret edemediği
halde; burada küçük bir zabit ve bir çavuş, o ihaneti ve hakareti yaptılar. Maksadları, beni hiddete
getirip bir mes'ele çıkarmak
olmasından,
hıfz
ve inayet-i İlahiye
bana sabır
ve tahammül verdi.
Üçüncüsü: İki sene, iki mahkeme,
ellerinde tedkik edilen bütün Risale-i Nur eczalarında kanunca bir
vesile bulamayıp
(Haşiye)
bizi ve Risale-i Nur'u beraet ettirdikten sonra; zendeka komitesi, münafık bazı memurları vesile ederek,
merkez-i hükûmette resmî bir plân çevirip beni bütün bütün hilaf-ı kanun olarak bütün
dostlarımdan
ve talebelerimden tecrid ve sıhhat
ve hayatım
noktasında
en fena bir yerde, beni nefyetmek namı
__________________________
(Haşiye): Ya hiçbir cihetle
hiçbir kanun, hattâ onların
bazı
keyfî kanunları
bize ve Risale-i Nur'a ilişmiyorlar
veyahut şimdiki
bazı
kanunları
iliştiği halde; koca
adliyeler ve üç büyük mahkemeler, istikbalde gelecek şiddetli nefret ve
lanetten çekinmek için Nur'un ve bizim mahkûmiyetimize cesaret edemeyip
ittifakla umumumuzun beraetine ve bütün Risale-i Nur'un iadesine karar
verdikleri; ve ellerindeki kanun onlara siper olabilir, dağ gibi kuvvetli
adliyeler çekindiği
halde, muvakkat bir makam alan gaddar şahsiyetler bu zulmü yapmaları, elbette semavatı ve arzı kızdırıyor, daha hiddetime
lüzum kalmıyor.
sh:
» (E: 179)
altında, haps-i münferid ve
tecrid-i mutlak manasında
beni Emirdağı'na
gönderdiler.
Şimdi tahakkuk etmiş
ki, iki maksadla bu muameleyi yapıyorlar:
Birisi: Eskiden beri ihaneti kabul
etmediğimden,
beni o surette hiddete getirip bir mes'ele çıkararak mahvıma yol açmaktı. Bundan birşey çıkaramadıkları için, zehirlendirmek
vasıtasıyla mahvıma çalıştılar. Fakat inayet-i İlahiye ile, Nur şakirdlerinin duaları tiryak gibi,
panzehir gibi ve sabır
ve tahammülüm tam bir ilâç gibi o plânı akîm bıraktı, o maddî ve manevî
zehirin tehlikesini geçirdi. Gerçi hiçbir tarihte, hiçbir hükûmette bu tarzda işkenceli zulümler,
kanun namına,
hükûmet namına
yapılmadığı halde; damarlarıma dokunduracak
tarzda mütemadiyen tarassudlarla herkesi ürkütmekle beni hiddete getiriyordu.
Fakat birden kalbime ihtar edildi ki: Bu zalimlere hiddet değil, acımalısın. Onların herbirisi, pek az
bir zaman sonra, sana muvakkaten verdikleri azab yerinde bin derece fazla bâki
azablara ve maddî ve manevî cehennemlere maruz kalacaklar. Senin intikamın, bin defa ziyade
onlardan alınır. Ve bir kısmı; aklı varsa, dünyada da
kaldıkça,
geberinceye kadar vicdan azabı
ve idam-ı
ebedî korkusuyla işkence
çekecekler. Ben de onlara karşı
hiddeti terkettim, onlara acıdım. Allah ıslah etsin dedim.
Hem bu azab ve işkencelerinde pek
büyük sevab kazanmakla beraber, Risale-i Nur şakirdleri yerine ve onların bedeline benimle meşgul olup yalnız beni tazib
etmeleri, Nurculara büyük bir faide ve selâmetlerine hizmet olması cihetinde de Cenab-ı Hakk'a şükrediyorum ve müdhiş sıkıntılarım içinde bir sevinç
hissediyorum.
Dördüncüsü: Senin mektubunda
benim istirahatimi ve eğer
iktidarım
olsa, benim Şam ve Hicaz tarafına
gitmeme dair sizin hükûmet-i hazıraya
müracaat maddesi ise:
Evvelâ: Biz, imanı kurtarmak ve Kur'ana
hizmet için, Mekke'de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünki en ziyade burada
ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara mübtela olsam ve
zahmetler çeksem, yine bu milletin imanına ve saadetine hizmet için
burada kalmağa
Kur'andan aldığım
dersle karar verdim ve vermişiz.
Sâniyen: Bana karşı hürmet yerine hakaret
görmek
noktasını mektubunuzda beyan
ediyorsunuz. "Mısır'da, Amerika'da
olsaydınız, tarihlerde
hürmetle yâdedilecektiniz." dersiniz.
Aziz, dikkatli kardeşim!
Biz, insanların hürmet ve ihtiramından ve şahsımıza ait hüsn-ü zan ve
ikram ve tahsinlerinden mesleğimiz
itibariyle cidden
sh:
» (E: 180)
kaçıyoruz. Hususan acib bir
riyakârlık
olan şöhretperestlik
ve cazibedar bir hodfüruşluk
olan tarihlere şaşaalı geçmek ve insanlara
iyi görünmek
ise, Nur'un bir esası
ve mesleği
olan ihlasa zıddır ve münafîdir. Onu
arzulamak değil,
bilakis şahsımız itibariyle ondan
ürküyoruz. Yalnız
Kur'anın
feyzinden gelen ve i'caz-ı
manevîsinin lemaatı
olan ve hakikatlarının tefsiri bulunan ve
tılsımlarını açan Risale-i Nur'un
revacını ve herkesin ona
ihtiyacını hissetmesini ve pek
yüksek kıymetini
herkes takdir etmesini ve onun pek zâhir manevî keramatını ve iman noktasında zendekanın bütün
dinsizliklerini mağlub
ettiklerini ve edeceklerini bildirmek, göstermek istiyoruz ve onu
rahmet-i İlahiyeden
bekliyoruz.
Şahsıma ait ehemmiyetsiz ve cüz'î
bir maddeyi haşiye
olarak beyan ediyorum:
Madezm Receb Bey ve Kara Kâzım seninle dost ve
zannımca
Eski Said'le de münasebetleri var; onlardan iyilik istemek değil, belki bana karşı selefleri gibi manasız, lüzumsuz tazyik ve
zulme meydan vermesinler. Hakikaten buranın maddî ve manevî havasıyla imtizaç
edemiyorum. Sıkıntılarım pek fazla. İkametgâhımı hem dışarıdan, hem içeriden
kilitliyorum. Her cihetle yalnızım. Ve bir cihette de
komşusuz,
sıkıntılı bir odada, hasta bir
halde hayatımı geçiriyorum. Bazan
bir günü, Denizli'de bir ay hapisten fazla beni sıkmış. Bu yirmi sene dehşetli zulüm ile
hürriyetime ve serbestiyetime ilişmek
artık
yeter. Zâten iki sene mahkemelerin tedkikatıyla ve aleyhimdeki münafıkların plânları akîm kalmasıyla kat'iyen tebeyyün
etmiş
ki, şahsımda ve Nurlarda bu
vatan ve millete zarar tevehhüm etmekle daha kimseyi kandıramazlar. Ben de
herkes gibi hürriyetime sahib olsam, belki tebdil-i hava için mutedil havası bulunan bu kazanın bazı köylerine gitmeme
müsaadekâr bir iş'ar
burada olsa, münasib olur. Size ve oradaki Nur dostlarıma çok selâm ve dua
ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said
Nursî
*
* *
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder