Reklam

Reklam

1 Şubat 2013 Cuma

DENİZLİ LÂHİKASI


DENİZLİ LÂHİKASI


                                                                                                                      -1-

                                               بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

           
            Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

            Geçen Leyle-i Kadrinizi ve gelen bayramınızı bütün mevcudiyetimle tebrik ve sizleri Cenâb-ı Erhamürrâhimîn'in birliğine ve rahmetine emanet ediyorum.

            مَنْ آمَنَ بِا لْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ    sırriyle sizi teselliye muhtaç görmemekle beraber, derim ki:
                       
            وَاصْبِرْ لِحُكْمِ  رَبِّكَ  فَاِنَّكَ  بَاَعْيُنِنَا  وَسَبِّحْ بَحَمْدِ رَبِّكَ
âyetinin mâna-yı işârisiyle verdiği teselliyi tamamiyle gördüm. Şöyle ki:

            Dünyayı unutmak, ramazanımızı âsude geçirmek düşünürken, hatıra gelmiyen ve bütün bütün tahammülün fevkınde bu dehşetli hâdise hem benim, hem Risâle-i Nur'un, hem sizin, hem ramazanımız, hem uhuvvetimiz için ayn-ı inâyet olduğunu ben müşahede ettim. Bana ait cihetinin ise çok faidelerinden yalnız iki-üçünü beyan ederim.

            Biri: Ramazanda çok şiddetli bir heyecan, bir ciddiyet, bir iltica, bir niyâz ile müthiş hastalığa galebe ederek çalıştırdı.

            İkincisi: Her birinize karşı bu sene de görüşmek ve yakınınızda bulunmak arzusu şiddetli idi. Yalnız birinizi görmek ve Isparta'ya gelmek için bu çektiğim zahmeti kabul ederdim.

            Üçüncüsü: Hem Kastamonu'da, hem yolda, hem burada fevkâlade bir tarzda bütün elîm hâletler birden değişiyor ve me'mûlün ve arzumun hilâfına olarak bir dest-i inâyet görünüyor,

            اَلْخَيْرُ فِيهَا اخْتَارَهُ اللَّهُ           dediriyor. En ziyade beni düşündüren Risâle-i Nur'u, en gafil ve dünyaca büyük makamlarda bulunanla-


sh:» (D- 4)

ra da, kemâl-i dikkatle okutturuyor, başka bir sahada fütuhata meydan açıyor. Ve en ziyade rikkatime dokunan ve kendi elemimden başka, her birinizin sıkıntısından başıma toplanan bütün elemlere ve teessüflere karşı, ramazanda, bir saati yüz saat hükmüne getiren o şehr-i mübârekte bu musibet dahi, o yüz sevabı her bir saati on saat derecesinde ibadet yapmakla bine iblâğ ettiğinden, Risâle-i Nur'dan tam ders alan ve dünya fâni ve ticaretgâh olduğunu bilen ve herşey'i îmanı ve âhireti için feda eden ve bu dershane-i Yusufiye'deki muvakkat sıkıntların dâimî lezzetler ve faideler vereceklerine inanan sizin gibi ihlâslı zâtlara acımak ve rikkatten ağlamak hâletini, tebrik ve sebatınızı gayet istihsan ve takdir etmek hâletine çevirdi. Ben de:

            اَلْحَمْدُ لِلَّهِ عَلَى كُلِّ  حَالٍ سِوَى اْلكُفْرِ وَالضَّلاَلِ            dedim. Bana ait olan bu faideler gibi hem uhuvvetimizin, hem Risâle-i Nur'un, hem ramazanımızın, hem sizin bu yüzde öyle faideleri var ki, perde açılsa, «Yâ Rabbenâ! Şükür. Bu kaza ve kader-i İlâhî, hakkımızda bir inâyettir.» dedirtecek kanaatım var.

            Hâdiseye sebebiyet verenlere itab etmeyiniz. Bu musibetin geniş ve dehşetli plânı çoktan kurulmuştu, fakat mânen pek çok hafif geldi. İnşâallah, çabuk geçer.

            عَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا  وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ     sırriyle müteessir olmayınız.

                                                                                                                      Said Nursî

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder